İnsan hep bilinmezin peşinden koşmuştur ve yaşamı boyunca önce kendi varoluşunu, sonra da, bununla bağlantılı olarak, içinde bulunduğu sonsuz evreni sorgulamıştır. İnsan hep bilinmezin peşinden koşmuştur ve yaşamı boyunca önce kendi varoluşunu, sonra da, bununla bağlantılı olarak, içinde bulunduğu sonsuz evreni sorgulamıştır.
Bilme çabası, önce bilinmezin tanımıyla başlar, ardından ulaşılmak istenen yerin belirlenmesiyle devam eder ve nihayet sorgulamaya evrilir. Her yeni bulgu yeni bir fikre dönüşürken, her yeni fikir bir başka bulgunun kuyruğundan yakalar. Kimi zaman bu kovalamaca çıkmaz sokaklarda biter; o zaman da insan geri dönüp yeniden ve yeniden sorgular fikirleri, bulguları, düşünce sistemini, ta ki aradığına ulaşana kadar. Son ana dek fikirler ile bulgular arasında mekik dokur ve her defasında ya bir adım ileri ya da geri gider. Yani insanın bilinmezi açıklayabileceğine karşılık onu daha da korkunç, daha da karmaşık hale getirme ihtimali de hep vardır. İşte bu yüzden çoğu zaman bilinmezlik kavramı kısırdöngüyle özdeşleştirilir ve bilinmezi açıklama tutkusundan uzak durulmaya çalışılır. Oysa sanat, açıklanamayanı anlama ve anlatma pratiğinin en önemli yöntemlerinden biridir. Çünkü sanat, her şeyden önce insanın içsel sorgusunu, onun duygularını, varoluş kaygılarını ve kendini ifade etme çabasını temel alır. Öyleyse sanat, insanın sürekli arayışının sonsuz tutkuyla birleştiği anda kendini gerçekleştirir ve dolayısıyla insan, nesilden nesile aktarımla oluşturduğu kültürün tepesinde, daima yeni bir forma ulaşmaya çalışır.
Sanat ise bir formla anlatılmaya çalışıldığında, akla gelecek ilk görüntü şüphesiz bir helezonik sarmal olacaktır. Bu form, her şeyden önce kendi içinde döngüsel bir harekete sahiptir ve döngünün hangi yönde takip edildiği, karşılaşılan sonucu değiştirir; ya yükselir ya da alçalırsınız. Başka bir deyişle, birikimle ilerleyen kültürün baştan sona veya sondan başa okunması sanatla mümkündür. Helezonik sarmal aynı zamanda, sanatın bitimsizliğini, devinimselliğini ve estetiğini de anlatır. Çünkü içinde bulunan dönem ne olursa olsun sanatın sorgusu benzerdir. Bu haliyle sanat, sanki olduğu yerde çemberler çiziyor, kendi içinde karmaşıyor, çözümsüzleşiyor gibi gözükse de aslında tam tersine, gerçekliğin farklı formlarının döngüsel şekilde arandığı demokratik ve sistematik bir özgürlük alanı yaratır. Bu çok değerli özgürlük alanı ise kültürün ve sanatın birikimli gelişiminde hayati bir konumdadır. İşte bu nedenledir ki sarmal form, altın oranın kullanıldığı rönesanstan, Rus yapısalcılığına, Avrupa ve Amerika post-modernizminden, günümüzde çağdaş sanata kadar sayısız sanatsal yönelimde kendine yer edinmiş, bu kavramın anlamını sırtlamıştır.
Günümüz Türk sanatının 9 önemli isminin, geçmişi, günümüzü ve geleceği kendi üsluplarıyla özgün şekilde yorumladığı Helezonik Sarmal sergisi, temelinde bu formun sanatta temsil ettiği, yaşamın her alanındaki çok katmanlı gerçekliği konu ediniyor. Sanatın özündeki farklı okumaları, olasılıkları ve yorumları ustaca barındıran farklı disiplinlerdeki eserler, aynı çağın içinde yetişen, birlikte yol almış, birbirlerinin hayatlarına dokunmuş sanatçıları yeniden bir araya getirirken, sanatın ve kültürün birikimli ilerleyişindeki dönüm noktalarından birini izleyiciyle buluşturuyor.
Böylelikle, eserlerini çağdaş Türk sanatının varoluş sancılarının çekildiği cumhuriyet tarihinin yakın döneminde yaratan sanatçılar, Tomur Atagök, Bedri Baykam, Bubi, Deniz Gökduman, Mehmet Kavukçu, Bünyamin Özgültekin, Ferit Özşen ve Nurcan Perdahçı, Tülin Onat’ın davetiyle bir araya gelerek, günümüzde sanatın durduğu konumu sorguluyor ve sanat tarihimize hafızalardan kolay kolay silinmeyecek bir not düşüyorlar.
12 Nisan - 12 Mayıs 2017 tarihleri arasında, Nişantaşı Galeri İdil’de sanatseverlerin beğenisine sunulan Helezonik Sarmal, insanın sanatla olan diyaloğunu zaman, mekan ve uzam eksenlerinde inceleyen, tutkunun forma dönüştüğü anı gözler önüne seren, ezber bozan bir sergi.
0 Comments
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.