Sanatı Deneyimlemenin Yeniden Keşfi

Görmek, 5 duyumuz arasında gerçeği doğrulamak adına en çok kullandığımızdır. Örneğin inanılması güç bir şeyi anlatırken “Kendi gözlerimle gördüm,” denildiğini sıkça duymuşuzdur. Duruşmalarda ve suç tutanaklarında görgü tanıklarının ifadesi yine aynı nedenle yer alır. Gördüklerimiz, inançlarımızı ve algılarımızı büyük ölçüde etkiler. Başka bir deyişle “Görüyorum o halde vardır!” diye düşünme eğilimindeyizdir. Oysa gerçekliğin görülenden, duyulandan, duyumlanandan farklı olduğu birçok durum vardır ve duyularımız kolayca aldatılabilir; Protagoras'ın su deneyinde veya Escher'nin görsel yanılsamalarında olduğu gibi ve bu örnekler çoğaltılabilir. Peki algıların yanıltıcı olabilecek yönlendirmeleri, bizim için her zaman olumsuz sonuçlar mı doğurur? Bunu bir avantaja dönüştürmenin yolu yok mudur? Bunun olası cevaplarından biri de teknik ilerlemede gizlidir.

Sanat ve izleyici arasındaki ilişki her zaman irdelenen bir konudur. Sanatın kim için olduğu sorgulamasını da beraberinde getiren bu tartışma, halen ucu açık şekilde devam ediyor. Sanat var oldukça, bu fikir çeşitlendirmesinin sürmesi pek de şaşılacak şey değil aslında. Çünkü belki de bu temel ve kaçınılmaz geri bildirim mekanizması, sanatın gelişimine ve çeşitliliğine en büyük katkıyı sağlıyor.

Bugünlerde toplumun, post-endüstriyel modernleşmeyi aşıp post-modern'e ve hatta post-postmodern'e ulaşıp ulaşmadığı tartışıla dursun, bireyin özellikle şehir yaşamındaki zaman yönetimi büyük bir sorun. Özel yaşamlarının zaman planlamasında giderek daha da güçlük çekenlerin büyük bölümünü, üniversite düzeyinde eğitim almış özel sektör çalışanları oluşturmakta. Büyük şehirlerin yoğun temposu, herbirimizi birer rekortmene dönüşmeye zorluyor. Giderek sabrımız azalıyor, ruhumuz daralıyor, bunalıyor ve sıkılıyoruz. Eskiler “Sıkı can iyidir,” derler ama nefes almadan da yaşanmıyor. Durum bu olunca, zaten başlı başına bir gereksinim olan sanata ulaşmak hayati bir hal alıyor. Ancak galeriler belli bölgelerde toplanmış olsa dahi, ya çalışma saatleri içinde gezilmeleri zor ya da trafik ve sıralanabilecek diğer faktörler bireyin iş dışında harcayabileceği tüm enerjisini adeta sömürüyor.

Aslında sanat tarihi, tuval, taş veya papirüs üzerindeki iki boyutlu düzlemde, renk geçişlerinin ve perspektifin doğru kullanımıyla, üç boyutluluk algısının tarih öncesi devirlerden beri var olduğunu gösteren kanıtlarla doludur. Ancak yarı-iletkenlerin icadıyla değişen insanlık tarihinde, teknik ilerlemenin sanatın gelişimindeki rolünün ne olacağı o yıllarda kocaman ve sıkıcı bir soru işaretiydi. Modern çağın süper kahramanları olan bilim insanları, işte tam da bu noktada ortaya çıkıp “Evreka!” dediler. Bize de o günden bugüne uzanan süreçte kemerlerimizi bağlayıp arkamıza yaslanmak kaldı. Bu teknolojik sıçramanın etkileri, günümüzde artık yaşamlarımızın hemen her alanında karşımıza çıkıveriyor. Önce akıllı telefonlarla başlayan bu devrim, ardından tabletleri, sonrasında da küçülen ve gerçekten adına uygun hale gelen dizüstü bilgisayarları beraberinde getirdi. Yakın geçmişte ise sosyal medya, bloglar, video paylaşım siteleri vb. aracılığıyla bilginin yayılması daha da kolaylaştı. Son yıllarda birçok yayınevinin veya sanat kurumunun e-kitap arşivlerini sanal ortama taşıması, eskiden hayal dahi edilemeyecek imkanların artık elimizde olması demek.

Brunelleschi'nin tek nokta perspektifi

80'li yıllardan beri gündemde olan ve o dönemin bilim kurgu filmlerini yoğun şekilde etkilemiş sanal gerçeklik konusu ise bugünlerde, ortaya atıldığı dönemde çizilen tabloya daha önce hiç olmadığı kadar yakın. Eskiden büyük ve hantal başlıklar halindeki sanal gerçeklik aygıtları, artık gün geçtikçe işlem gücü artan cep telefonlarımızın içine kadar girdi. Yeni nesil sanal gerçeklik sistemlerinde, cep telefonunu tutan basit bir plastik başlık düzeneği kullanılıyor. Böylece artık oldukça uygun fiyatlara hemen hepimiz kolayca bu deneyime erişme imkanına sahibiz. Şu an büyük potansiyel vaadeden bu alanın, sanata yönelik nasıl kullanılacağını ilerleyen günlerde göreceğiz ama şimdiden umut verici adımlar atılıyor bile.
Google'ın geliştirdiği sanal gerçeklik sistemi Cardboard

Çevirimiçi ortamda sanata ve kültüre yönelik önemli katkılara imza atan şirketlerden biri olan Google, kısa süre önce başlattığı Cardboard projesi kapsamında Bruegel'in tablolarına bu eşsiz teknoloji ışığında bakmamızı sağladı. İzleyiciler Google'ın geliştirdiği ve şuan birkaç çeşidi bulunan sanal gerçeklik başlıklarından satın alabilecekleri gibi, farklı firmaların ürettiği muadil ürünleri de kullanabiliyorlar. Google aynı zamanda herkesin bu başlıklardan üretebilmesine olanak sağlayan, teknik yapım şemalarını da çevirimiçi ortamda ücretsiz dağıtmakta.

Cardboard ile Bruegel eserlerini yeniden deneyimlemek mümkün

Bruegel'in eserlerindeki detaylar, resmin bütününü anlamak adına hayati önem taşımaktadır; örneğin yalnızca Babil Kulesi'nin Viyana ve Rotterdam'da bulunan iki resminde bile sayısız ayrıntı vardır. Bu detaylar, eserin yüksek çözünürlüklü taramaları üzerinden de irdelenebilir ama sanal gerçeklik sistemi bizi gerçeği kadar olmasa da galeriye bir adım daha yaklaştıracaktır. Şuan Bruegel'le başlayan projenin yakın gelecekte geniş bir sanat arşivine dönüşeceği öngörülmekte. Bunun yalnızca tekil kullanıcılarla sınırlanmayıp, okullarda öğrencilerin sanat eğitiminde de kullanılabileceği fikri ise beni heyecanlandırmaya yetiyor.


Artık hayatın koşturmasından yorgun düşen sanatseverlerin sanata ulaşabilmesi adına bir yöntem daha var ama bu proje ne kadar iyi tasarlanmış olursa olsun gerçeğinin yerini tutmayacaktır. 

0 Comments

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.