Son Tokyo seyahatim, İstanbul Kültürlerarası Sanat Diyalogları Derneği'nin düzenlediği, benim de projeye tüm evrelerinde küratöryel destek verdiğim ve aynı zamanda saha koordinasyonunu üstlendiğim 16. Yüzyıl Dahisi Matrakçı Nasuh sergisi içindi. Şehirde kaldığım süre boyunca rutin işlerimden geriye kalacak vakti çok önceden planlamış, Tokyo Metropolitan Sanat Müzesi'ni gezmek için her şeyi hazırlamıştım. Müzenin Japonya'daki öneminin dışında aynı zamanda o sırada güncel olan biri tematik biri geçici toplam iki sergi, ülkede sanatın nasıl bir konumda olduğunu incelemek, yerelle küresel olanın nasıl ve ne oranda bir araya gelebildiğini gözlemlemek adına, benim için bulunmaz bir fırsat yaratıyordu. Şehir merkezinin kuzeyinde yer alan Ueno bölgesinde yer alan müze, aynı adı taşıyan geniş parkın içinde yer alıyor. Tokyo'da bulunduğum dönem ne yazık ki birçok müzenin ve galerinin henüz sezonu açmadığı veya tadilatta olduğu bir zamana denk geliyor olsa da pek azında halen sergiler sürüyordu.
Tokyo Metropolitan Sanat Müzesi, Japonya'nın önde gelen sanat kurumlarından biri ve bir çok önemli sergiye ev sahipliği yapmış. Bugüne kadar müze, Botticelli'den Balthus'a, El Greco'dan Da Vinci'ye uzanan geniş bir yelpazede hazırladığı sergi takviminde Japon sanatına da aynı ağırlıkta yer vermiş. Yerel kültürün bir parçası olan bu tutum, sanatın bütünleşik bir kavram oluşunu da vurgular nitelikte. Müze yetkilileri geçici sergileri tematik sergilerle dengelemekteler; yani kültürel kapalılık veya Batı hayranlığına dayalı iltimas, Tokyo Metropolitan Sanat Müzesi'nin sınırları içinde yer almıyor. Dolayısıyla kurumun bu tutumu, öncelikle bir izleyici sonra bir küratör gözüyle inceleme yapmak adına bana uygun bir zemin yaratıyordu.Müzenin o dönemde güncel olan iki sergisi bulunuyordu. Bunlardan ilki ve yerel olanı, müzenin 90 yıllık geçmişindeki önemli Japon sanatçıların tamamı ahşap kullanılarak oluşturulmuş eserlerinden oluşan, “Ağaçlarla Diyalog” sergisi; diğeri ise 1906 ile 1977 yılları arasını kapsayan dönemde oluşturulan Batılı eserlerin toplandığı “Centre Pompidou'nun Başyapıtları”. Sanatın farklı uzamlarının Uzak Asya'nın merkezinde, Dünya haritasının da sonunda bulunan Tokyo'daki bu buluşması fikri bile yeterince heyecanlıyken, orada bulunmak ve bu sergileri gezebilmek, 5 saati biraz geçen turumun sonunda bana tahminimin ötesinde bir ufuk açmaya yetti.
Yoshimasa Tsuchiya
Yoshihiro Suda - Morning Glory
“Ağaçlarla Diyalog” müzenin 2 ana sergi mekanından birine, 2 kata yayılacak şekilde yerleştirilmiş. Tematik olarak kurgulanan bu sergide 5 Japon sanatçının, Yoshimasa Tsuchiya, Kyoji Takubo, Katsura Funakoshi, Yoshihiro Suda ve Takamasa Kuniyasu'nun farklı tekniklerdeki eserleri bulunuyor. Sergi alanı 2 katta da sanatçılara ayrılmış odalar şeklinde klasik bir düzenlemeyle şekillendirilmiş. Sanatçıların sergiyle olan bağları, hepsinin eserlerinde ahşabı kullanması. Bu şekilde serginin anlam bütünlüğü, Japonya'nın kendine özgü bahçeleri, organik peyzaj ve kültürel kökler etrafında kurulmuş. Sergide Funakoshi'nin bölümü haricindeki tüm alanlarda fotoğraf çekilmesine izin veriliyor. O bölümde fotoğraf çekilemiyor olmasının da sanatçının kararı olduğunu düşünüyorum ancak bununla ilgili bir tahminden öteye gidemiyorum çünkü müzede İngilizce bilen ne yazık ki sadece birkaç kişi bulabildim ve onlar da danışma kısmındaki çalışanlardı ve sergiyle ilgili detaylı bilgi alabileceğim kimse yoktu.
Takubo- Inkokozuchi
Tsuchiya - Lion
“Ağaçlarla Diyalog”, Japon sanatının kendine has minimalizmine ve detaycılığına dayanan sayısız örneğini barındırıyor. Serginin giriş katında bulunan Yoshimasa Tsuchiya'nın 13 parça ahşap heykeli, bu anlamda detaylı bir işçiliğin ve mükemmeliyetçiliğin sadelikle birleşimine önemli bir örnek oluşturuyor. Kuzudan, leopara ve hatta tek boynuzlu ata ve ejderhaya kadar, birbirinden farklı özelliklerde ve büyüklüklerdeki, gerçek veya kurgusal 13 hayvanın tasvir edildiği heykeller, içlerinde bulundukları salona dağınık şekilde yerleştirilerek sergileniyor. Heykeller öylesine özenle işlenmiş ki, kimi zaman bir an için bunların gerçekliklerini sorgulamamak elde değil. Serinin en küçük heykeli olan 6x17x11cm boyutlarındaki köpek yavrusu, daha uzaktan bakıldığında canlı sanılabilecek kadar detaylı ve gerçekçi şekilde üretilmiş.
Tsuchiya - Lion (detay)
Yine üst katta eserleri bulunan bir diğer sanatçı ise Kyoji Takubo. Takubo'nun eserleri batılı örneklerine yakın bir üslupta kurgulanmış. Çerçeve ve organik materyalin birlikteliğine zaman zaman endüstriyel malzemeler de eşlik etmiş ancak beni en çok etkileyen şey sanatçının yoğunlukla kullandığı altın rengi oldu. Bu renk, dinsel temelli Rönesans resminde sıklıkla, tanrısal ışık yerine kullanılırken burada ağaçlara, organik ve somut olana yüklenmiş. Böylelikle ortaya batı gibi gözüken bir uzak doğu tasviri çıkmış.
Takamasa Kuniyasu - Chi Va Piano Va Lontano
Alt kata indiğinizde sizi Takamasa Kuniyasu'nun seramik bloklar ve kütüklerle yaptığı anıtsal bir yerleştirme bekliyor. Bu eser detaylara ve tekrara dayalı Uzak Doğu sanatının çağdaş sanatla birleştiği noktada incelenebilir. Formun uzamsal mekandaki hareketi, sanatçının müze alanını nasıl dönüştürdüğüne önemli bir örnek teşkil ediyor. Eserin oluşturduğu yapı, kendine ayrılan iki katın alanını doldurmakla kalmayıp yükseliyor ve kimi yerlerde neredeyse üst katın aydınlatmasına değecek kadar yukarı çıkabiliyor. Ritmi çok iyi kurgulanmış 'Yavaş Giden Uzağa Gider' adlı eser, aslında Japonya'nın 1945 sonrası dönüşümünü ve sanatsal geçmişini batılı bir dille anlatıyor.
Yohisiro Suda, kendine ayrılan koridorda sergilediği eserinin dışında, serginin bu şekilde bir sürpriz yapan tek sanatçısı konumunda çünkü sanatçı, müzenin duvarlarından birinin hiç beklenmedik bir köşesini eserini yerleştirmek için kullanmış. Duvardaki bir girintinin arasından çıkan hiperrealist ahşap bir çiçekten oluşan eser, göz hizasının çok üzerine konumlandırılmış. İlk bakışta algılanması neredeyse imkansız olan eser, bu haliyle kendi içinde tutarlı bir söylemi de barındırıyor. İnsan yapımı müze duvarlarının arasından çıkarak filizlendiği izlenimi veren bu aşırı gerçekçi çiçek, müzenin sınırlayıcı duvarlarının, sanat ve doğa karşısında pek de işlevli olamayacağını anlatmış.
Kyoji Takubo
Benim tüm sergi içinde en çok beğendiğim kısım ise Katsura Funakoshi'ye ayrılan bölüm oldu. İnsan bedenini deforme ederek, ahşaptan heykellere dönüştüren sanatçı, Uzak Doğu sanat anlayışında çokça rastlanabilecek pastel renkleri yoğunlukla kullanarak heykellerini boyuyor. Bunlara gerçekçi akrilik gözler de eklendiğinde artık karşınızda duranın bir heykelden çok başka gezegenden gelen bir canlı olduğunu düşünmek mümkün. Funakoshi, eserlerinde yaşamın gündelik sorunlarını kadın ve erkek bedeni üzerinden yaptığı deformasyonlarla işlemiş. Ona ayrılan bölümde hem ahşap heykelleri hem de kağıt üzerine yaptığı çizimleri bulunuyor. 26 Temmuz’da açılan sergi 2 Ekim’e kadar müzede sergilenmeye devam edecek.
0 Comments
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.