[Bu yazı UPSD Galeri'de 18 Nisan 2018'de UPSD ve AICA desteği ile gerçekleştirilen "Yavaş Yavaş Yaşama Döner Gibi" sergisinin katalog metnidir.]
Sanatın tüm disiplinleri duyguların ve fikirlerin dışavurumu olan eserler yaratır. Resim, heykel, fotoğraf, sinema, enstalasyon, edebiyat gibi farklı alanlarda ortaya çıkan eserler, duygulardan beslendikleri gibi duyguları yaratmayı da başarır, böylelikle sanatın ilerlemesine farklı görüşlerle katkıda bulunurlar ve her disiplinin kendine özgü bir karakteri vardır. Örneğin resim görsel bir dil oluşturur, heykel üç boyutu tam bir algısallıkla duyguları fiziksel uzama yansıtır, fotoğraf zamanı bir gerçeklik kapsülüne hapseder. Baskın karakteri duygu yaratmak olan sanat türü ise müziktir. Diğer yandan müzik, tıpkı diğer disiplinler gibi bir diğerinin öncülü ve ardılıdır. Bir ressam nasıl müzikten ilham alarak yeni eserler üretebilirse, bir müzisyen de bir resimden veya heykelden aynı biçimde etkilenebilir. Böylelikle sanat kendi içinde birbirinden bağımsızlaştırılması olanaksız, organik bir bütünü oluşturur.
Çağdaş sanat kavramı ise günümüzde tartışılmaya ve üzerinde çalışılmaya devam eden bir alan yaratmaktadır. Fakat sanatın ontolojik temellerinden olan özgür düşünceye dayalı deneysellik, sorgulama ve yeri geldiğinde ardılını yeri geldiğinde karşıtını kendi içinden çıkartabilme durumu, ne yazık ki çeşitli nedenlerle kısıtlanmaktadır. Bunlar sanat eğitimi gibi gösterilen, yerleşik tutucu düşünceler olarak ortaya çıkabileceği gibi, doğrudan piyasaya yönelik kaygıların bir yansıması olan ekonomik baskılar şeklinde de sanatçıya dönebilmektedir. Sanatın dar bir görüşe, sadece bir alım-satım nesnesine veya ruhsuz bir metaya indirgenemeyecek yapıda oluşu, onun özgün ve özgür karakteri, sanatçının karşı karşıya olduğu müdahaleler nedeniyle bir çıkmaza girme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Oysa sanatın bir ifade alanı olma işlevi, sanatçıdan bağımsız ama sanatçıyı bağlayan bir kaygının nesnesi olamayacak kadar özel ve eşsizdir.
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki sanat ortamı da, kendi özgürlüğünü, deneyselliğini, birbirini besleyen veya birbirine karşı çıkan özgün fikirler üretmeye devam ettirmediği sürece karakterini yitirecek, sıradanlaşacak, anlam bütünlüğünü kaybedecektir. Şurası bir gerçektir ki, geleceğin önemli sanatçıları günümüzün gençlerinin içinden çıkacaktır ve onların kendi yollarını çizmeleri adına yapılacak her türlü çalışma, bağımsız ve özgün sanatın daha ileri gidebilmesini sağlayacaktır. Son yıllarda ne yazık dünya, değişen siyasi yapılar ve sosyoekonomik krizler ile baskının iyiden iyiye hissedildiği, ışığın azaldığı ve umutlarımıza daha sıkı sarılmak zorunda kaldığımız bir yer haline geldi. Bu durum doğal olarak yurtiçi sanat ortamında da bir karamsarlık ve umutsuzluk iklimine yol açtı. Artık yalnızca tepemizde dolaşmakla kalmayıp neredeyse tenimize sinen bu kara bulut, sadece sanatçılar için değil, küratörler, galericiler, müzeciler, koleksiyonerler, eğitimciler gibi sanat ortamının her alanındaki insanlar için inkar edilemeyecek kadar önemli bir karamsarlık ve belirsizlik alanı oluşturuyor. Nefes almayı ve ileriyi görmeyi zorlaştıran bu kalın sis, uzun vadede sanatın özgünlüğüne ve özgürlüğüne büyük bir zarar verme potansiyeli taşıyor.
Bu durumun önüne geçmenin ve yurtiçindeki çağdaş sanata dair umudun halen var olduğunu anlatmaya başlamanın yolunun, genç sanatçıların kısıtlardan bağımsız şekilde, hatta sınırlara karşı çıktıkları büyük bir bulutsuzluk özlemi içinde, özgürce ortaya çıkardıkları eserlerin sergileneceği, onların kendi umutlarını ifade ederken, içgüdülerinden ve iç seslerinden başka bir şeye odaklanmamalarını sağlayacak bir alan yaratmaktan geçtiğine inanıyorum. Bu nedenle Dünya Sanat Günü etkinlikleri içinde yer alan Yavaş Yavaş, Yaşama Döner Gibi sergisi, yaşama dönüşü, umudu, yeniden hayat bulan sanatı, insanı, doğayı ve dünyayı farklı sanatçıların gözünden izleyiciye sunma amacını taşıyor.
Serginin küratoryal çerçevesi 18. yüzyılın ve müzik tarihinin en önemli isimlerinden olan Beethoven’a dayanıyor. Beethoven duyma yetisinin neredeyse olmaması nedeniyle, aklında kurguladığı müziği, notalardan, yazıdan oluşan sembollerin bütününden oluşan bir dil ile kaydetmiştir. Fakat yakın zamanda yapılan bir araştırma bu büyük müzik adamının aklındakilerle kağıda döktükleri arasında bir farklılık olduğunu ortaya koydu. 2013’te Sture Forsén, Harry B. Gray, L. K. Olof Lindgren ve Shirley B. Gray, Beethoven’ın 135 eseri üzerinde yaptıkları çalışmada, eserlerin hızlarındaki tutarsızlıkları inceleyerek maestronun metronom cihazının bozuk olma ihtimalinin çok yüksek olduğu sonucuna vardılar. Bu durum, duyular ile duygular arasındaki bağın, kimi zaman bir dahinin bile kontrolünde olamayacağının somut örneği oldu. Bu da sanatın kendini var etme sürecinin sonsuz olasılıklı ve asla tam olarak gerçekleşmeyecek olduğunun bir başka kanıtıdır. Çağdaş sanatın “tastamam bir eser” yarattığı sanrısını da çökerten, üstelik bilimsel bulgulara dayanan önemli bir dönüm noktasıdır.
Öte yandan Beethoven’ın bir başka önemli özelliği ise kendi müziğini başka hiçbir sınıra bağlı kalmadan yaratmasıydı. Bu nedenle içinde bulunduğu ruh halini nota kağıtlarına aktarıyor, eserin nasıl çalınacağına dair alışılmışın dışında bilgiler veriyordu. O dönemde günümüzdekinden farklı olarak, bir klasik müzik eserinin çalınma hızı, değişebilen hızlardan oluşan çeşitli aralıkların belirlenen, moderato, allegro, adagio gibi İtalyanca terimlerle yazılmaktaydı. Tıpkı Mozart’ın Almanca opera yazması gibi Beethoven da kendi dilini kullandı ve eserlerinde hız terimlerini Almanca yazdı. Bununla da yetinmeyerek geleneksel terim yapısını bozdu ve onları hız terimlerinden ruh hali terimlerine çevirdi.
Sanatçının bunun bir örneği olan 110 opus numaralı 31. piyano sonatındaki ‘wieder aufleben’ notu, geleneksel İtalyancaya ‘poi a poi di nuovo vivente’ şeklinde çevrilebilir. Bunun dilimizdeki karşılığı yavaş yavaş, yaşama döner gibi olarak geçmektedir. Bu not hem parçanın çalınma hızını hem de nasıl çalınacağını belirterek aslında sanatın işlevine de hizmet eder çünkü her sanatçı o ruh halinin kendi yaşamındaki karşılığını veya düşüncesini kullanarak eseri yorumlayacaktır. Serginin temeli de sanatın hiçbir sınıra sığamadığı ve yaşamın her defasında yepyeni bir biçimde ortaya çıkacağı gerçeğine dayanıyor. Sergideki tüm sanatçılar kendi evrenlerinin, sergi alanına açılan kapılarını aralık bırakarak, izleyiciyi mekanı yaşam, insan, sonsuzluk ve kaostan oluşan bir döngüde sessizce bekliyorlar.
Bu sergi, özünde barındırdığı güçlü ve kaçınılmaz vahşiliği ile günümüzün karanlığında varoluşu, yaşamı, yaşama dönüşü ve yaşama yeniden dönüşü, kainatın sonsuzluğunda esen bir bahar rüzgarı gibi izleyicisinin kulağına her şeyi başlatan soru ile fısıldıyor.
Ortaköy, Nisan 2018
Kataloğun tamamını görüntülemek için tıklayın.
0 Comments