Çitin Ardındaki Çamurlu Tarla: Mise en abyme’den Droste efektine geçişin kısa analizi

20. yüzyıl, insanlık tarihinin en radikal sıçrayışının yaşandığı zaman dilimidir. Bu yüzden tarih okuması yapılırken 1900 yılı neredeyse ikinci bir milat olarak düşünülmelidir. Amerika Kıtası’nın keşfiyle başlayan ve Endüstri Devrimi’yle son bulan dönem eski dünyayı yeni dünyadan ayıran sınır çizgisini oluşturur ki bu çizgi aynı zamanda yeni dünya düzeninin sosyal, ekonomik, teknolojik ve sanatsal alanlarda etkisine işaret eder.

Yakın tarihin sanatsal geçmişi bir bütün olarak incelendiğinde, öncelikle teknik ve üslupta çeşitliliğin, ardından ise çevresel faktörlerin ne denli dramatik bir değişime uğradığı görülebilir. Son yüzyılı kapsayan dönemdeki teknolojik gelişmeler, insanlık tarihinin ve onun bir parçası olan sanat tarihinin farklılaşmasını sağladı. Klasisizm, neo-klasisizm gibi akımların yalnızca bir asır içinde ortaya çıkan ardılları (fovizm, kübizm, fütürizm, modernizm, post-modernizm vb.) günümüzde tastamam bir tanımının yapılamadığını düşündüğüm (ve belki de asla yapılamayacağı) çağdaş sanat ile devam etmekte. Peki eskiden çok daha net çizgilerle tanımlanan sanat bugün neden ve nasıl oldu da muğlak bir zeminde? Bunu farklı alanlardaki iki kavram olan “Mise en abyme” ve “Droste efekti” üzerinden kısaca anlatmaya çalışacağım.

Mise en abyme basitçe, bir konunun olduğu gibi kendi içinde resmedilmesi şeklinde açıklanabilir. Bu teknik, yaklaşık 1ooo yıldan eski bir geçmişe sahiptir. Bunun önemli örneklerinden biri İstanbul’da bulunan Aya Sofya’da bulunmaktadır. Güneybatı girişindeki bir mozaikte İsa ile Meryem’e Aya Sofya’nın ve şehrin hediye edilişi tasvir edilmiştir. Yani yapının içinde yapının kendisi duvardaki mozaikte bir bütün olarak görülmektedir. Buna bir başka örnek ise Giotto’nun Stefaneschi Triptiği’idir. Eserin ön yüzündeki orta panelde Kardinal Stefaneschi triptiğin bitmiş halini Aziz Peter’e sunmaktadır.

Giotti’nin Stefaneschi triptiği, 1320 (ön yüz)

Droste efekti ise temelini, Hollanda’da kurulmuş bir çikolata firması olan Droste’nin 1904’te piyasaya sürdüğü kakao paketinin tasarımından alır. Bu pakette kakao paketini taşıyan hemşire çizilmiştir ve bu kakao paketinin üzerinde yine aynı tasarımın bir kopyası yer almaktadır. Kısacası Mise en Abyme’de olduğu gibi yine bir iç içe geçen aynı görsellik söz konusudur.

Droste firmasının 1904 yılında piyasaya sürdüğü kakao paketi tasarımı

Burada şaşırtıcı olan şey, aynı kavramın iki farklı isimle neden anıldığıdır. Yani ne olmuştur da 20. yüzyılın başına kadar kullanılan ve sanatsal bir terim olan Mise en Abyme bir anda reklamcılık tabanlı Droste Efekti’ne dönüşmüştür?

Sorunun cevabı eski dünyayı yeni dünyadan ayıran çizginin hemen sonrasında ortaya çıkan ve yukarıda belirttiğim olaylarda yatıyor. Çünkü hepsinin ortak noktası, sebebi ve sonucu oldukları ekonomik sistemlerdir. Orta Çağ’ın kapanmasından sonra etkinliğini yitiren yerel yönetimler ve yerel ekonomiler, sınırlarını genişlettikçe daha büyük bir iş gücüne, daha büyük bir üretim hacmine ve sonuç olarak daha büyük pazarlara ihtiyaç duymaya başlamışlardır. Bu ortamın gelişimi ise 20. yüzyılın başında tamamlanmıştır. Mikroekonomik yönetim artık makro düzeye ulaşmıştır. Böylelikle geçtiğimiz yüzyıl, özellikle askeri gelişimin ve buna bağlı olarak teknolojik ilerlemenin dünya tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir ivmeyle ilerlemesine imkân vermiştir.

Durum sanatta da paralellik göstermiştir ve örneğin hamilik sistemi yerini modern filantropizme bırakmıştır. Eski dünyanın sanat destekçileri soylularken 20. yüzyıl onları sanayicilerle değiştirmiştir. Andrew Carnegie ve John D. Rockefeller gibi iş adamları kralların yerine geçmiştir. Ancak bu durum sadece tüm kaynakların olabilecek en etkin kullanımını amaçlayan ekonominin sanatı başkalaştırmasıyla sonuçlanmıştır. Bir yandan sanatın çeşitliliği ve erişilebilirliği artarken diğer yandan sanatsal zemin gün geçtikçe belirsizleşmiştir.

Sanatın yeni hamileri: John D. Rockefeller ve Andrew Carnegie

Diğer yandan, teknolojinin ve kitlesel üretimin ilerlemesiyle, sanatsal imkanlar teknik olarak çoğalmış ve erişilebilir hale gelmiş olsa dahi, sanatın temel dinamiği olan eğitimin ve bilginin içselleştirme süreci çok fazla bir değişime uğramamıştır. Bilgi halen, kitaplar görseller ve dersler aracılığıyla iletilmeye devam etmiştir. Ancak ekonomik temellerle hazırcılığa alıştırılan kitleler, bilgiye erişimin daha hızlı bir yolu olmadığı için bundan giderek uzaklaştılar ve günümüzde ne yazık ki ortaya çıkan “şeylerin” ancak çok küçük bir kısmı nitelikli ve sanatsal olabildi.

Peki kime göre, neye göre sanat sanattır?

İşte sanatın gerçek yerine, her şeyden önce bir toplum olarak bunun cevabını tartışmakla başlayabildiğimizde bir adım daha yaklaşacağız.

*Kapak Görseli: İstanbul’daki Aya Sofya’nın güneybatı girişindeki mozaik.

0 Comments

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.