Göçmen-Beyaz-Kuş-Gergedan

*Bu metin, Mike Berg'ün 25.05.2024 tarihinde YUNT'ta açılan "Buraya Nasıl Geldik?" sergisinin kataloğu için yazılmıştır. Serginin "Buraya Nasıl Geldik?" başlıklı diğer katalog metni ise Gizem Gedik tarafından yazıldı.

Heykel, üç boyutlu dünyayla kurduğu fiziksel ilişkinin içeriğiyle diğer temel sanat disiplinlerinden farklı bir yere sahiptir. Düşüncenin soyut düzlemini, hacim, malzeme ve kütlenin fiziksel somutluğuyla bir araya getiren bu disiplin, gerçeğin, gerçek olduğu ileri sürülen şeylerin ya da hayallerin tasvirlerinden, bugün çok daha karmaşık bir anlamsal kurgunun olduğu kadar kimi zaman da tamamen düşünsel düzlemin, formların ve imgelerin arayışında da başvurulan bir ifade yöntemine dönüşmüştür. Heykelin gerçeklikle kurduğu ilişki, üç boyutlu algı düzleminde cisimleşmesiyle en temel öğrenme yöntemlerinden biri olan dokunma duyusu üzerinden oluşturduğu deneyim nedeniyle izleyici üzerinde benzersiz bir etkiye sahiptir. Kimi zaman gerçekliğin bir benzerini üretmeye çalışan heykel disiplini kimi zaman da soyutlamalarla gerçekliğin yeniden üretimine, bir alternatifine ya da belki de sanatçı için geçerli olan bir başka hâline hayat verir.

Güncel sanat söylemini bugün çoğunlukla içeriğe dair söylemlerdeki ilişki üzerine kursa da Mike Berg bu disiplinin içinde hâlen yeni formel ifade biçimlerinin peşindeki sanatçılardan biri. Üslubunu şekillendiren formlar, heykelin fiziksel özelliklerini, onunla ilişki içindeki kültürler, mimari, coğrafya, ekonomi ve yaşam rutinleri gibi farklı çevresel etkenlerle birlikte ortaya çıkarıyor. Berg disiplinlerin ve imgelerin birbiri içinde eriyerek tanımların, hakim söylemler tarafından şekillendiği ve özgünlüğü bu nedenle giderek tartışmalı hâle gelen güncel sanat ortamında başka bir söylemi tercih ederek, kendi odak noktalarını, hislerinin ardından giderek oluşturuyor. Onun işleri, kavramları açık ve net ifade etmeden, hatta onlar hakkındaki “kâhinliği” çoğunlukla izleyiciye bırakarak, formların açığa çıkmayı bekleyen ihtimallerini sorgulayan, onları birbiri içinde farklı kombinasyonlarla yeniden kurgulayan bir bakışın sonucunda meydana geliyor. Formların olasılıklarını malzemenin kendisiyle birlikte düşünen Berg’ün heykelleri, genellikle basit geometrik şekillerden türeyerek karmaşıklaşan, asimetrikleşen ve kendi ağırlık merkezlerini oluşturan kütlelere evriliyor. Kimi zaman bir kafesi andıran bu yapılar, bulundukları çevreyle nefes alırcasına açık ve hacimli bir biçimde oluşturduğu bağlar sayesinde hem heykeli hem mekânı hem de bu karşılaşmanın yarattığı hisleri yeniden düşünmeye zemin hazırlıyor.



Berg’ün heykelleri bu karşılaştırmaları öznel bir bakışla ve belki de bir tür meraklı oyunculukla, daima yeni olasılıkların peşinde koşan deneyci ve dinç bir algıyla yapıyor. Her form onun için yeniden keşfedilmeyi bekliyor, her mekân ise o yeni form ve hislerle test edilmeyi. Böylece sanatçı bağımsız bir zihinle, kendi zamanına göre çalışıyor; imgelerin ve formların kendini üretmesine izin veriyor. Söylemini yalnızca belli dönemler için değil, her dönem için güncel ve sanatın genel sorgusuna dahil olabilecek, görsel estetiğin temelindeki kavramlar etrafında şekillendiriyor. O süreçte belki de tek başına ama şüphesiz ki popüler olanın çekiciliğinde gizlenen zorlamalardan uzakta, kendi yaşamının izlerini açığa çıkarıyor. Böylece “gerçekleşirken” yalnızca fiziğin kanunlarına boyun eğen bu formlar, sanatçının zamanlararası anlatısının ve mekânlararası çalışma biçiminin birer örneğine dönüşüyor.

“Buraya Nasıl Geldik?” Mike Berg’ün gelişen, dönüşen, hatta işlerin ağırlığına karşın düşünsel düzlemde “göçebe” sanat kariyerinin bir özetine, onun hem zamansal hem psikolojik hem de coğrafi etkilerle başka bir şeye evrilen sanatsal bakışının farklı zamanlarda tutulmuş kayıtlarından oluşan bir sergi olarak okunabilir. Öte yandan bu yalın, süslemeden uzak, kendine özgü ve oldukça doğal bir refleksle ortaya çıkmış sergi başlığı bir yandan sanatçının eserlerindeki geçirgenliğe benzer şekilde bir başka iç-dış bağlantısını da ima ediyor. İstanbul’un alışılmış sanat rotalarının uzağında, yeni yapılarla sosyokültürel anlamda da dönüşen bir semtinde, Sultanbeyli’de bulunan YUNT’ta açılan sergi, konumlanmasıyla da popüler yaklaşımın tersine, ama onu reddetmeyen, hatta onunla birlikte var olabildiğini kanıtlayan bir bakışı ortaya koyuyor. Mike Berg’ün YUNT’un dış mekânındaki kamusal alana yerleştirilen heykeli, çevresine göre alışılmışın dışındaki kütlesi ve formuyla, onu çevreleyen yaşamla çok yönlü okumalara açık, karmaşık bir ilişki kurarak yabancılık kavramını izleyiciye sorgulatma potansiyelini taşıyo




Üslubu ve sanatsal üretiminin odağına bakıldığında, çağdaş sanat kavramının “cazip” eğilimlerinin dışındaki duruşuyla hâlihazırda bir “yabancı” olan Berg, kentin Anadolu yakasındaki çevre ilçelerinden birinde açtığı bir sergiyle bu defa İstanbul’un algısal, politik, demografik, kültürel ya da ekonomik iç dinamiklerindeki değişimle yer değiştiren ağırlık merkezlerinin ortaya çıkardığı yabancılaşmayı kendi omuzlarına yüklüyor. Berg, bu yükü malzemenin doğasına rağmen üretimindeki soyutluk, değişime açıklık ve uçuculukla tıpkı İranlı şair Sohrab Sepehri’nin dizelerindeki gibi bir hafiflik içinde karşılıyor: “Hayat, bir göçmen kuşun yabancılık hissidir.”1 Fakat yabancılığın katmanları bununla sınırlı değil. Yeni yapılaşmanın çehresini günden güne değiştirdiği bu semt, dönüşen diğer tüm semtlerde olduğu gibi, bir yabancılık sorgusu içindeyken, önceki sergilerinde bu konuları mercek altına alan bir sanat alanında Berg’ün işlerinin gösterilmesi, kent eksenindeki bir uzlaşı zemininin adımlarından biri olarak düşünülebilir.

Benzer bir uzlaşı veya karşılıklı anlaşma çabası sanatçının iki kiliminde de bulunabilecek şeylerden biridir. Üzerlerine Mike Berg’ün soyutlamaları işlenmiş bu kilimler, bir yönüyle sanatçının uzun zamandır tanıklık ettiği Türkiye’ye özgü kültürle kurduğu bağı ve bu kültürü kendi perspektifinden nasıl yorumladığını gösterirken, diğer yandan onu yalnızca bir disipline odaklamayan farklı düşünce yöntemlerini ya da farklı ifade biçimlerini samimi bir deneysellikle izleyicisine sunuyor. Kilimler tıpkı bir dostluk nişanı gibi duvarlarda yerlerini alırken Berg, bu eserlerle artık her seferinde biraz onlardan birine dönüştüğü “yabancılardan” öğrendikleri için sanki onlara yine onların dilinde teşekkür ediyor.


Sanatçının bu sergi için ürettiği “Piramit” adlı heykel ise tam da sergi başlığını çağrıştıracak şekilde, sanatsal bakışının başlangıcından bu yana nereye geldiğini; yaşadıkları, öğrendikleri ve deneyimledikleriyle nereye evrildiğini, geçmiş dönemlerinden izler taşıyan eserlerinin de referansıyla tartışmaya açıyor. Berg’ün, daha önce ürettiği, bir örneği de sergi mekânının dışına yerleştirilen kafeslerinden farklı bir biçimde düz yüzeylere sahip bu heykel, ağır, hantal bir blok, brüt, yontulmamış, ham bir kütle izlenimi verirken diğer yandan aynı zamanda tıpkı yine önceki dönem işlerinde olduğu gibi asimetrik yapısını ve sanatçının sırtını sade bir rastlantısallığa dayayan soyut geometrik üslubunu koruyor. Bu defa içini bize açmayan, kalın zırhı ve tedirgin edici cüssesiyle beton savanların ortasındaki metal bir beyaz gergedan veya yerini bulamamış, kırıldığında içinde ne sürprizler sakladığı bilinmeyen bir kayayı, hatta formu bilinçli olarak bozulmuş kadim bir monoliti andıran bu yapı belki de sanatçının hakim söylem karşısındaki duruşunun bir yansıması olarak okunabilir. Bir kez daha paradoksal bir şekilde “yabancı” olan ve zamanla aşina hâle gelerek izleyicinin zihninde kendi gediğini yaratabilecek bu direnç anıtı, amorf bir karakutu gibi sergideki diğer tüm işlerle birlikte, Berg’ün ardında belki de doğduğu toprakların çok uzağında bıraktığı önemli izlerden birine dönüşüyor.

Mike Berg’ün son dönem işlerini bir araya getiren “Buraya Nasıl Geldik?” sergisi, bilinen sembollerden bağımsızlaşmayı başaran, sadece oluşturduğu referanslar ve düşünme biçimleriyle ilerleyen bir anlatım diliyle kendini yalnızca meraklı izleyicilerine açıyor, heykelin anlatısını mekân, çevre, kent, zaman ve dönüşüm kavramıyla bir arada düşünmeyi mümkün kılıyor.

Göçmen kuşun karşısında bir beyaz gergedan duruyor ve beyaz kuşun karşısında göçmen bir gergedan; kavramlar birbirinin içinde, zaman akışkan bir bütün. Yüzdüğümüz bu okyanusun neresindeyiz ve kimiz tam olarak bilemiyoruz.

Buraya nasıl geldik?


1 Sohrab Sepehri, Bütün Şiirleri (2022), Kapı Yayınları, Çev. İsmail Söylemez, s.159










0 Comments

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.