Bir (T)arafta Olmak

“Lisede bize gezegenlerin denge adı verilen bir halde oldukları, bu yüzden
beklenmedik bir anda dünyamıza yıldızlar çarpar mı diye endişe etmemize
gerek olmadığı öğretilmişti. Bu bana ‘Lübnan’ın eşsiz tarihsel istikrarı’
üzerine anlatılan hikâyeleri hatırlattı. ‘Varsayılan denge’nin düşüncesi bile
beni rahatsız ediyordu. Gökyüzündeki takımyıldızlarına bakıyor ve neye
inanacağımı bilmiyordum.”1

-Nassim Nicholas Taleb

 

Dümdüz bir yüzeyde satırlar gibi uzayan balkon demirleri ve bunların arasında pervazları sökülmüş, içlerine beyaz uzun kumaşların asıldığı 32 pencere. Daha ilk bakışta bile yorgun olduğu her halinden anlaşılan geniş yapının cephesi, bir zamanlar canlı renklere sahip duvarlarındaki solgun pembenin hüznünü taşıyor. Her şey öylesine iç içe, yoğun ve “dolu” gözüküyor ki, gökyüzü bile kadrajın üst kısmındaki incecik bir çizgiye hapsolmuş. Bir Tarkovsky veya Kaurismäki filminden çıkmış gibi duran, kendi gerçekliğinin ortasında geçmişin yaralarını taşıyan ve her şeye rağmen ayakta kalmayı başaran inatçı, sessiz, vakur binanın nerede başlayıp nerede bittiği belli değil. Altüst olmuş bir rüya gibi zamandan, mekândan, gerçeklikten kopmuş, kendini boşluğun insafına bırakmış ve bir şeyleri bekler gibi sadece orada, öylece duruyor. Tam bu anda esmeye başlayan rüzgar, pencerelere iliştirilmiş kumaşları aynı anda usulca kımıldatmaya başlıyor. Kısa bir süre sonra hepsi, derinden gelen müzik yavaş yavaş yükselirken, Lübnan’ın güneşi altında zamanın kabuğunu kıran ve şehri izleyen 32 gözün kirpikleri gibi uçuşuyor. Hale Tenger’in Beyrut’u işte bu sade ama görünenden çok daha fazlasını barındıran sahneyle açılıyor.


Lübnan iç savaşı sırasında Beyrut’tan bir görüntü. Fotoğrafın 1982-85 yılları arasında çekildiği tahmin ediliyor.
Kaynak: The Palestinian Museum digital archives. 


“Lübnan’ın eşsiz tarihsel istikrarı”

Orta Doğu, yakın tarihin siyasi, askeri ve ekonomik açıdan en çalkantılı bölgelerinin belki de başında geliyor. Bölge ülkeleri arasındaki sınır çatışmaları, iç savaşlar, ekonomik uçurumlar, kimlik ve ötekileştirme sorunları, bu coğrafyanın kültürel hafızası üzerinde büyük bir etkiye sahip: Her şey hızla değişiyor, hızla yaşanıyor ve yine hızla unutuluyor.2 Çevresindeki birçok ülkenin dini ve kültürel açıdan katı muhafazakar yapısının aksine farklılıkları, hatta karşıtlıkları bir arada tutmaya çalışan Lübnan, zaman zaman sakinleşse bile bu hiç bitmeyecekmiş gibi duran karmaşanın, belirsizliğin ve demokrasi arayışının en yoğun hissedildiği yerlerden biri. Ülkenin, neredeyse tüm Orta Doğu coğrafyasına hakim olan acı, yıkım ve toparlanmalarla dolu geçmişi, hayatta kalabilmek için kendi çocuklarını yiyen “ileri demokrasilerin” tedirgin, kutuplaştırıcı ve paranoyak doğasını gözler önüne seriyor. Marshall Berman’ın Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor adlı kitabında “Dünyanın en gelişmiş bölgelerinde bile tüm bireyler, gruplar ve topluluklar sürekli olarak kendilerini yeniden inşaya zorlanıyorlar; bir an durdular mı, ne olursa olsunlar, süpürülüp atılırlar.”3 cümlesiyle her zaman saldırmaya hazır bir köpekbalığına benzettiği modernizm, böylelikle tekinsizliğin ve kendine hizmet etmeyen herkese yönelik bir tehdidin de kaynağı haline geliyor.

Bu endişe ve tedirginlik ortamındaki Lübnan’da yaşanmış ve hala yaşanan sayısız çatışmanın içinde bir tanesi, sivillere yönelik şiddetin daha önce görülmemiş bir düzeye ulaşmasıyla öne çıkıyor: 1975-1990 yılları arasında yaşanan ve binlerce insanın hayatına mal olan iç savaş dönemi. Bu dönemin Beyrut’taki yansımalarının belki de en akılda kalıcısı, şehirdeki sekiz otelin farklı milis örgütler tarafından ele geçirilerek saldırı üslerine dönüştürülmesinden dolayı sonradan “Oteller Savaşı” olarak adlandırılacak 1975-1977 yılları arasında yaşanan kanlı şehir çatışmaları olmuş.4 Her gün patlayan bombalı araçların yanı sıra otellerden ateşlenen keskin nişancı tüfekleri, roketatarlar, havan topları ve uzun namlulu silahlar, binlerce hayata son vererek şehri bir savaş alanına çevirmiş. Çatışmaların merkezlerinden biri ise 1920’lerde Fransız mimar Auguste Perret ve Antoine Tabet tarafından yapılan St. Georges Oteli. Otel hasar görse de iç savaşın ardından, dönemin başbakanı Rafik Hariri’nin girişimiyle kurulan Solidere’in “şirket politikası” nedeniyle restore edilememiş.5 Ancak Hariri’nin 2005’te, tam da St. Georges Oteli önünde bir tona yakın patlayıcının kullanıldığı suikastte hayatını kaybetmesiyle, otelin de içinde olduğu geniş bölge Birleşmiş Milletler tarafından güvenlik çemberine alınmış ve St. Georges kaderine terk edilmiş.


Modernizmin iki yüzü: Solda St. Georges Oteli’nin 1950’lerdeki görüntüsü ve sağda patlama sonrası yaralarını sarmaya çalışan şehir. 


Bir eşzamanlılık6 meselesi

Hale Tenger’in Lübnan’ı ilk ziyareti ise bu suikastten kısa bir süre sonraya denk geliyor. Bombalı saldırıdan haberdar olsa da (üstelik çevresindekilerin bunun riskli bir karar olduğunu söylemelerine rağmen), ani denilebilecek bir kararla Beyrut’a gidensanatçı, rezervasyon yaptırdığı otele ulaştığında şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşmış. Çünkü kalacağı yer, bir cephesi patlamanın şiddetiyle neredeyse yerle bir olan St. George Oteli’nin tam karşısındaymış. Bu ilginç tesadüfün getirdiği merak, Tenger’i oteli izlemeye yöneltmiş. Beyrut’ta kaldığı süre boyunca, yanında götürdüğü kamerayı kendi odasındaki sandalye ve çöp kutusu gibi objeleri üst üste koyarak oluşturduğu bir yükseltiye sabitleyerek karşısındaki otelin görüntülerini bir dedektif gibi kaydetmeye başlamış. St. Georges’un ona bakan cephesindeki pencere boşluklarına asılmış kumaşların günün bazı saatlerinde esen rüzgardaki hareketini merakla izleyen sanatçı, hava karardığında ise kamerasının gece görüşü özelliğini kullanmış. Birleşmiş Milletler koruması altındaki bölgede çekim yapmak yasak olsa da, süreci kaydetmeye gündüz ve gece, bunların neye dönüşeceğini belki de o an için düşünmeden, tamamen içgüdüsel bir şekilde devam etmiş. Ancak eserin ortaya çıkması daha sonraya rastlıyor. Tenger, kayıtları bir yıl sonra, Temmuz Savaşı (bir diğer adıyla 2006 İsrail - Hizbullah Savaşı) ile yeniden gözden geçirmeye ve videoyu oluşturmaya başlamış. Görüntülerine Serdar Ateşer’in bestelediği müziğin eşlik ettiği Beyrut, son halini, Lübnan’da yaşanan gerçek bir çatışmaya ait bir YouTube videosundaki seslerin görüntülere dahil edilmesiyle, çekimlerin tamamlanmasından iki yıl sonra almış.7


St. Georges Oteli, 2 Şubat 2015
Fotoğraf: Ari Akkermans


Bir sonraki döngü

Hale Tenger, Beyrut’ta izleyiciye ucunu açık bıraktığı bir çelişkiler diyalektiği sunar. Otelin farklı zamanlarda ve koşullardaki görüntülerini bilinçli şekilde sıralayarak algıyı farklı perspektiflere ve okumalara yönlendirir. St. Georges’un pencerelerindeki kumaşların8 rüzgardaki hareketi gündüz çekimlerinde oldukça estetik bir görüntüyü -bir dans gösterisini veya baleyi- akla getirirken, gecenin karanlığında her şey belirsiz ve korkutucu bir hal alır. Serdar Ateşer’in neredeyse tüm Orta Doğu coğrafyasının kaderini özetleyen sakin ama hüzünlü müziği gündüz görüntüleriyle birlikte biter ve yerini ansızın duyulan bir patlama sesine bırakır. Işık azaldığında pencereler mevzilere, izleyici ise gece görüşünün keskin yeşilinde adeta bir savaş muhabirine dönüşür. Videonun tamamında kadrajda hiçbir kapı gözükmez; Tenger’in evrenindeki perspektifin, tıpkı bu acı dolu coğrafyada olduğu gibi bir kaçış noktası yoktur. Eser, uçuşan kumaşlar, araba alarmları ve patlama seslerinin arasında yavaş yavaş boşluğa düşer; suskunlaşır, körleşir, sağırlaşır, dilsizleşir, solar ve hissizleşir.

Beyrut, kendini belki de bu defa mutlu bitecek “bir sonraki döngüye” hazırlar.

 


*Başlık görseli: Hale Tenger, Beyrut, 2005 – 2007 Tek kanallı video, Müzik: Serdar Ateşer Ses kaydı: Youtube/msoubra, 3’47’’, Video görüntüsü

[1] Taleb, N. N., Siyah Kuğu (Olasılıksız Görünenin Etkisi), Çev: Nazan Arıbaş, Varlık Yayınları (2016)

[2] Bu durum Nassim Nicholas Taleb, Jabbour Douaihy, Rabih Alameddine, Zeina Kassem ve Zeina Hashem Beck gibi sayısız Lübnanlı yazar, şair ve sanatçının eserlerine konu olmuştur.

[3] Berman, M., Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Çev: Altuğ, Ü., ve Peker B., İletişim Yayınları (2013) s.114

[4] Oteller Savaşı (veya Oteller Cephesi) sırasında üs olarak kullanılan sekiz otel şunlardır: Holiday Inn, St. Georges, Phoenicia Inter-Continental, Melkart, Palm Beach, Excelsior, Normandy ve Alcazar.

[5] 1994 yılında kurulan Société Libanaise pour le Développement et la Reconstruction du Centre-ville de Beyrouth, veya kısa adıyla Solidere şirketi, şehrin yeniden yapılanması ve gentrifikasyonu için başlatılan projenin çekirdeğinde yer alır.

[6] “(…) sinkronisite, belli bir ruhsal durumun, o andaki öznel durum ile anlamlı koşutlukları olan -belli durumlarda tersi de olur- bir ya da daha çok dış olgu ile aynı anda ortaya çıkması demektir.” Jung, C. G., Eşzamanlılık: Nedensellik Dışı Bağlayıcı Bir İlke, Çev: Levent Özşar, Biblos Kitabevi / Yayınları (2004) s.39-40

[7] Msoubra adlı kullanıcının Temmuz Savaşı sırasında kaydettiği ve YouTube’a yüklediği videoya şu link üzerinden ulaşılabilir.

[8] St. Georges Oteli’nin sahipleri 2000’lerin başında otelin restorasyonu için girişimde bulunmuşlar ancak Solidere şirketinden izin alamamışlardır. Bu nedenle protesto amacıyla pencerelere bu beyaz kumaşlar asılmıştır. Hale Tenger’in çekimlerinden sonra ise otelin bir cephesine, üzerinde “Stop Solidere” yazan bir başka protesto pankartı asılmıştır. 2005’teki suikast sonrası Hariri’nin bronz bir heykelinin otelin yakınlarına yerleştirilmesi ise oldukça ironik ve karmaşık olan ilişkiler ağını yansıtır.

0 Comments

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.