beklenmedik bir anda dünyamıza yıldızlar çarpar mı diye endişe etmemize
gerek olmadığı öğretilmişti. Bu bana ‘Lübnan’ın eşsiz tarihsel istikrarı’
üzerine anlatılan hikâyeleri hatırlattı. ‘Varsayılan denge’nin düşüncesi bile
beni rahatsız ediyordu. Gökyüzündeki takımyıldızlarına bakıyor ve neye
inanacağımı bilmiyordum.”1
Dümdüz bir yüzeyde satırlar gibi uzayan balkon demirleri ve
bunların arasında pervazları sökülmüş, içlerine beyaz uzun kumaşların asıldığı
32 pencere. Daha ilk bakışta bile yorgun olduğu her halinden anlaşılan geniş
yapının cephesi, bir zamanlar canlı renklere sahip duvarlarındaki solgun
pembenin hüznünü taşıyor. Her şey öylesine iç içe, yoğun ve “dolu” gözüküyor
ki, gökyüzü bile kadrajın üst kısmındaki incecik bir çizgiye hapsolmuş. Bir
Tarkovsky veya Kaurismäki filminden çıkmış gibi duran, kendi gerçekliğinin
ortasında geçmişin yaralarını taşıyan ve her şeye rağmen ayakta kalmayı başaran
inatçı, sessiz, vakur binanın nerede başlayıp nerede bittiği belli değil. Altüst
olmuş bir rüya gibi zamandan, mekândan, gerçeklikten kopmuş, kendini boşluğun
insafına bırakmış ve bir şeyleri bekler gibi sadece orada, öylece duruyor. Tam bu
anda esmeye başlayan rüzgar, pencerelere iliştirilmiş kumaşları aynı anda
usulca kımıldatmaya başlıyor. Kısa bir süre sonra hepsi, derinden gelen müzik
yavaş yavaş yükselirken, Lübnan’ın güneşi altında zamanın kabuğunu kıran ve
şehri izleyen 32 gözün kirpikleri gibi uçuşuyor. Hale Tenger’in Beyrut’u
işte bu sade ama görünenden çok daha fazlasını barındıran sahneyle açılıyor.
“Lübnan’ın eşsiz tarihsel istikrarı”
Orta Doğu, yakın tarihin siyasi, askeri ve ekonomik açıdan
en çalkantılı bölgelerinin belki de başında geliyor. Bölge ülkeleri arasındaki
sınır çatışmaları, iç savaşlar, ekonomik uçurumlar, kimlik ve ötekileştirme
sorunları, bu coğrafyanın kültürel hafızası üzerinde büyük bir etkiye sahip:
Her şey hızla değişiyor, hızla yaşanıyor ve yine hızla unutuluyor.2 Çevresindeki
birçok ülkenin dini ve kültürel açıdan katı muhafazakar yapısının aksine
farklılıkları, hatta karşıtlıkları bir arada tutmaya çalışan Lübnan, zaman
zaman sakinleşse bile bu hiç bitmeyecekmiş gibi duran karmaşanın, belirsizliğin
ve demokrasi arayışının en yoğun hissedildiği yerlerden biri. Ülkenin,
neredeyse tüm Orta Doğu coğrafyasına hakim olan acı, yıkım ve toparlanmalarla
dolu geçmişi, hayatta kalabilmek için kendi çocuklarını yiyen “ileri demokrasilerin”
tedirgin, kutuplaştırıcı ve paranoyak doğasını gözler önüne seriyor. Marshall
Berman’ın Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor adlı kitabında “Dünyanın en
gelişmiş bölgelerinde bile tüm bireyler, gruplar ve topluluklar sürekli olarak
kendilerini yeniden inşaya zorlanıyorlar; bir an durdular mı, ne olursa
olsunlar, süpürülüp atılırlar.”3 cümlesiyle her zaman saldırmaya
hazır bir köpekbalığına benzettiği modernizm, böylelikle tekinsizliğin ve kendine
hizmet etmeyen herkese yönelik bir tehdidin de kaynağı haline geliyor.
Bu endişe ve tedirginlik ortamındaki Lübnan’da yaşanmış ve
hala yaşanan sayısız çatışmanın içinde bir tanesi, sivillere yönelik şiddetin
daha önce görülmemiş bir düzeye ulaşmasıyla öne çıkıyor: 1975-1990 yılları
arasında yaşanan ve binlerce insanın hayatına mal olan iç savaş dönemi. Bu
dönemin Beyrut’taki yansımalarının belki de en akılda kalıcısı, şehirdeki sekiz
otelin farklı milis örgütler tarafından ele geçirilerek saldırı üslerine
dönüştürülmesinden dolayı sonradan “Oteller Savaşı” olarak adlandırılacak
1975-1977 yılları arasında yaşanan kanlı şehir çatışmaları olmuş.4
Her gün patlayan bombalı araçların yanı sıra otellerden ateşlenen keskin
nişancı tüfekleri, roketatarlar, havan topları ve uzun namlulu silahlar, binlerce
hayata son vererek şehri bir savaş alanına çevirmiş. Çatışmaların
merkezlerinden biri ise 1920’lerde Fransız mimar Auguste Perret ve Antoine
Tabet tarafından yapılan St. Georges Oteli. Otel hasar görse de iç savaşın
ardından, dönemin başbakanı Rafik Hariri’nin girişimiyle kurulan Solidere’in
“şirket politikası” nedeniyle restore edilememiş.5 Ancak Hariri’nin
2005’te, tam da St. Georges Oteli önünde bir tona yakın patlayıcının
kullanıldığı suikastte hayatını kaybetmesiyle, otelin de içinde olduğu geniş
bölge Birleşmiş Milletler tarafından güvenlik çemberine alınmış ve St. Georges
kaderine terk edilmiş.
Bir eşzamanlılık6 meselesi
Hale Tenger’in Lübnan’ı ilk ziyareti ise bu suikastten kısa
bir süre sonraya denk geliyor. Bombalı saldırıdan haberdar olsa da (üstelik
çevresindekilerin bunun riskli bir karar olduğunu söylemelerine rağmen), ani
denilebilecek bir kararla Beyrut’a gidensanatçı, rezervasyon yaptırdığı otele
ulaştığında şaşırtıcı bir manzarayla karşılaşmış. Çünkü kalacağı yer, bir
cephesi patlamanın şiddetiyle neredeyse yerle bir olan St. George Oteli’nin tam
karşısındaymış. Bu ilginç tesadüfün getirdiği merak, Tenger’i oteli izlemeye
yöneltmiş. Beyrut’ta kaldığı süre boyunca, yanında götürdüğü kamerayı kendi
odasındaki sandalye ve çöp kutusu gibi objeleri üst üste koyarak oluşturduğu
bir yükseltiye sabitleyerek karşısındaki otelin görüntülerini bir dedektif gibi
kaydetmeye başlamış. St. Georges’un ona bakan cephesindeki pencere boşluklarına
asılmış kumaşların günün bazı saatlerinde esen rüzgardaki hareketini merakla
izleyen sanatçı, hava karardığında ise kamerasının gece görüşü özelliğini
kullanmış. Birleşmiş Milletler koruması altındaki bölgede çekim yapmak yasak
olsa da, süreci kaydetmeye gündüz ve gece, bunların neye dönüşeceğini belki de
o an için düşünmeden, tamamen içgüdüsel bir şekilde devam etmiş. Ancak eserin
ortaya çıkması daha sonraya rastlıyor. Tenger, kayıtları bir yıl sonra, Temmuz
Savaşı (bir diğer adıyla 2006 İsrail - Hizbullah Savaşı) ile yeniden gözden
geçirmeye ve videoyu oluşturmaya başlamış. Görüntülerine Serdar Ateşer’in
bestelediği müziğin eşlik ettiği Beyrut, son halini, Lübnan’da yaşanan
gerçek bir çatışmaya ait bir YouTube videosundaki seslerin görüntülere dahil
edilmesiyle, çekimlerin tamamlanmasından iki yıl sonra almış.7
Bir sonraki döngü
Hale Tenger, Beyrut’ta izleyiciye ucunu açık bıraktığı bir
çelişkiler diyalektiği sunar. Otelin farklı zamanlarda ve koşullardaki
görüntülerini bilinçli şekilde sıralayarak algıyı farklı perspektiflere ve okumalara
yönlendirir. St. Georges’un pencerelerindeki kumaşların8 rüzgardaki
hareketi gündüz çekimlerinde oldukça estetik bir görüntüyü -bir dans
gösterisini veya baleyi- akla getirirken, gecenin karanlığında her şey belirsiz
ve korkutucu bir hal alır. Serdar Ateşer’in neredeyse tüm Orta Doğu
coğrafyasının kaderini özetleyen sakin ama hüzünlü müziği gündüz görüntüleriyle
birlikte biter ve yerini ansızın duyulan bir patlama sesine bırakır. Işık
azaldığında pencereler mevzilere, izleyici ise gece görüşünün keskin yeşilinde
adeta bir savaş muhabirine dönüşür. Videonun tamamında kadrajda hiçbir kapı
gözükmez; Tenger’in evrenindeki perspektifin, tıpkı bu acı dolu coğrafyada
olduğu gibi bir kaçış noktası yoktur. Eser, uçuşan kumaşlar, araba alarmları ve
patlama seslerinin arasında yavaş yavaş boşluğa düşer; suskunlaşır, körleşir,
sağırlaşır, dilsizleşir, solar ve hissizleşir.
Beyrut, kendini belki de bu defa mutlu bitecek “bir
sonraki döngüye” hazırlar.
*Başlık görseli: Hale Tenger, Beyrut, 2005 – 2007 Tek kanallı video, Müzik: Serdar Ateşer Ses kaydı: Youtube/msoubra, 3’47’’, Video görüntüsü
[1] Taleb, N. N., Siyah Kuğu (Olasılıksız Görünenin
Etkisi), Çev: Nazan Arıbaş, Varlık Yayınları (2016)
[2] Bu durum Nassim Nicholas Taleb, Jabbour Douaihy, Rabih
Alameddine, Zeina Kassem ve Zeina Hashem Beck gibi sayısız Lübnanlı yazar, şair
ve sanatçının eserlerine konu olmuştur.
[3] Berman, M., Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Çev:
Altuğ, Ü., ve Peker B., İletişim Yayınları (2013) s.114
[4] Oteller Savaşı (veya Oteller Cephesi) sırasında üs
olarak kullanılan sekiz otel şunlardır: Holiday Inn, St. Georges, Phoenicia
Inter-Continental, Melkart, Palm Beach, Excelsior, Normandy ve Alcazar.
[5] 1994 yılında kurulan Société Libanaise pour le
Développement et la Reconstruction du Centre-ville de Beyrouth, veya kısa
adıyla Solidere şirketi, şehrin yeniden yapılanması ve gentrifikasyonu için
başlatılan projenin çekirdeğinde yer alır.
[6] “(…) sinkronisite, belli bir ruhsal durumun, o andaki
öznel durum ile anlamlı koşutlukları olan -belli durumlarda tersi de olur- bir
ya da daha çok dış olgu ile aynı anda ortaya çıkması demektir.” Jung, C. G., Eşzamanlılık:
Nedensellik Dışı Bağlayıcı Bir İlke, Çev: Levent Özşar, Biblos Kitabevi /
Yayınları (2004) s.39-40
[7] Msoubra adlı kullanıcının Temmuz Savaşı sırasında
kaydettiği ve YouTube’a yüklediği videoya şu link üzerinden ulaşılabilir.
[8] St. Georges Oteli’nin sahipleri 2000’lerin başında otelin restorasyonu için girişimde bulunmuşlar ancak Solidere şirketinden izin alamamışlardır. Bu nedenle protesto amacıyla pencerelere bu beyaz kumaşlar asılmıştır. Hale Tenger’in çekimlerinden sonra ise otelin bir cephesine, üzerinde “Stop Solidere” yazan bir başka protesto pankartı asılmıştır. 2005’teki suikast sonrası Hariri’nin bronz bir heykelinin otelin yakınlarına yerleştirilmesi ise oldukça ironik ve karmaşık olan ilişkiler ağını yansıtır.
0 Comments
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.