Şubat ayının ilk günlerinde Bilsart’ta Nazlı Pektaş’ın küratörlüğünde açılan Na/mütenahi Hürriyet işte tam da böyle bir ortamda, özgürlük kavramını Sibel Horada ve Berat Işık’ın işleri üzerinden masaya yatırıyor. Sergi konuları açısından biri geçmişe diğeri de günümüze odaklanan (ve birbirlerinin zamanına referans veren) iki eser üzerinden politik bir hafızayı sorguluyor. Nazlı Pektaş serginin küratoryal zeminini tıpkı küratörlüğünü üstlendiği ve 2018 yılında Yapı Kredi Kültür Sanat’ta açılan İntihal mi? Hal mi? başlıklı sergide yaptığına benzer şekilde bir çifte bakış üzerinden kurgulamış. Horada ve Işık, birbirinden farklı anlatı dillerine sahip olsalar da aynı zeminde buluşan eserlerini bu çifte bakış ekseninde izleyiciye sunuyorlar.
Bu bakışın bir tarafını Berat Işık’ın 2020 yılına ait Adalet adlı videosu oluşturuyor. Daktiloya yerleştirilmiş beyaz kağıda aynı kelimenin defalarca yazılması sürecini yansıtan eser, birçoğumuzun aşina olduğu bir görüntüyle açılır: Biri, bir kağıda daktiloyla bir şeyler yazmaktadır. Kadrajın ortasında beliren kelime her ne kadar anlamsal açıdan güçlü olmasına rağmen yine de bir başlık gibi büyük harflerle yazılan bu kavramın ardından ne geleceğini bekleriz. Oysa video tam bu anda bizi şaşırtacak ilk hamlesini yapar, imleç altı kez geriye gider ve aynı şeyi yeniden yazmaya başlar: “ADALET”. Metal kollar çalışır ve ucundaki harf kalıpları mürekkep şeridinin ardından kağıda bir kez daha vurur. Daktilonun ucundaki eller kelimeyi biraz daha belirginleştirken yazının rengi de koyulaşır. Ve video bu döngünün gittikçe tuhaflaşan tekrarlarıyla devam eder.
Işık’ın anlatısının temeli aslında bu sürekli başa dönen mekanik hareketin ve ona eşlik eden otoriter sesin etrafında şekillenir. Daktilonun satırı tamamladığı her an, izleyiciye kavram üzerine düşünülebileceği yeni ve eşsiz bir anlam katmanı yaratır. Kelime koyulaştıkça yazma eylemindeki ısrar ironik biçimde onu daha da okunaksızlaştırmaya başlar. Bu durum bir yönüyle hakim söylemin kavramın tanımı üzerinde yaptığı sayısız değişiklik sonunda tıpkı defalarca tekrarlanan bir espri gibi tatsızlaştığının ve anlamsızlaştığının sarsıcı bir belgesi haline gelir. Ancak ilk harfe (hem kelimenin hem de alfabenin ilk harfi olan “A”ya) her geri dönüş aynı zamanda sonsuz bir arayışın da ifadesidir. Böyle bakıldığında, kelimenin videonun sonunda okunabilirliğini yitirerek neredeyse bir mürekkep lekesine dönüşmesi hem ideale ulaşma uğraşı içinde tüm olasılıkları hesaplama hem de en başta yapılan hatalı tanımın üzerini örtme ve onu geçersiz kılma çabasıdır. Ancak nedeni ne olursa olsun adalet kavramı, üzerine düşünüldükçe izleyicinin gözleri önünde giderek ağırlaşır, karmaşıklaşır ve sonunda tanımsızlığın limitinde artık içinden çıkılamaz bir hale gelir. Üstelik bu süreçte daktilo sanki sanatçıyla iş birliği yaparcasına bazen harfleri tam olarak aynı yere basmaz. Metal kollarının hareket alanı tıpkı meclis gibi yarım daire şeklinde tasarlanmış makine, yazıyı okunaklı ve görsel açıdan her defasında aynı sonucu verecek şekilde standart hale getirmeye işlevini yerine getiremez. Aslında bu basit mekanik durum bile sorunsuz hiçbir sistemin ya da mükemmel tanımın olmadığını başlı başına kanıtlamaya yeter.
Adalet, yalnızca görsel değil işitsel bir tekrarı da barındırır. Berat Işık zamanı ve döngüselliği yansıtmak için daktilo tuşlarından çıkan sesi saatin tiktakları gibi kullanırken kavramların yönünü tersyüz eder. Kelimenin yazılışları sırasında ara ara değişen ritim, imleç başlangıç konumuna dönerken sanki zamanın akışı gibi (ancak bu defa tersine) neredeyse hep aynıdır. Kavramın değişimi hep yeniden tanımlanma anlarında belirginleşir, her başa dönüş ise hüzünlü, yıkıcı ama belki de tam tersine arındırıcı ve öğreticidir.
Na/mütenahi Hürriyet’in oluşturduğu çifte bakışın diğer tarafında ise Sibel Horada duruyor. Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet adlı video sanatçının 2017’de Şişli’deki Abide-i Hürriyet’in içinde çektiği görüntülerin ve bu eser için özel olarak bestelenmiş bir müzik parçasının birleşiminden oluşuyor. Eser adını İkinci Meşrutiyet’in sembollerinden biri olmuş ve Fransız Devrimi’nin de çekirdeğindeki “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganının Osmanlıcasından alıyor.
1908 devriminin 1911’deki üçüncü yıldönümünde tamamlanan Abide-i Hürriyet (veya diğer adıyla Hürriyet-i Ebediye Abidesi), kısa süre içinde Osmanlı Devleti’ndeki özgürleşme hareketinin en önemli yapılarından biri haline gelmiş. İç kısmı bir mescit olarak tasarlanan anıtın çevresinde 31 Mart Vakası’nda hayatını kaybeden ve sonrasında “Hürriyet Şehidi” olarak ilan edilen 71 askerin yanında döneme damgasını vurmuş Midhat, Talat ve Enver Paşa’nın mezarları bulunuyor. Mimari yapısının sütun ve cephe gibi farklı detaylarında öne çıkan üç sayısı Fransız Devrimi’nden alınan temel kavramların bir yansıması niteliğinde. Horada eserin tam adını da üç kelimeden oluşan sloganı bu kuralı çağrıştıracak şekilde değiştirdiği ve etkilediği üç farklı coğrafyada konuşulan üç dildeki karşılıklarıyla (Osmanlıca, Farsça ve Fransızca) bir araya getirerek oluşturmuş.
Video, arka arkaya oynatıldığında başı ve sonu aralarındaki geçiş hissedilmeyecek bir şekilde sonsuz döngüye uygun olarak kurgulanmış. Bu döngüsel akışta Horada, yapının iç bölümündeki boşlukta daireler çizerken bazen bir sütunun ardından dolaşır, bazen üzerine üçgen taşların döşendiği zemindeki su birikintisinden yansıyan girişi gösterir, bazen de bakışını anıtın merkezinde bulunan ve havaya ateş eder gibi duran bir top namlusu şeklindeki açıklığa odaklar. Bunlar salt estetik seçimler olmanın ötesinde aslında sanatçının sözle dile getirmediği ama anıtın ruhundan çekip çıkardığı “Özgürlük için neler veya kimler feda edilebilir?”, “Şehit olmakla kurban edilmek arasındaki fark nedir?” ya da “Bir anıt hangi hafızanın mekânıdır?” gibi eleştirel soruların ipuçlarını taşır. Böylelikle baş döndürücü dairesel hareketi sırasında aydınlıkla karanlık arasında yükselip alçalarak, hızlanıp yavaşlayarak mekânın içinde sanki rüzgarla devinen bir tüy gibi süzülen sanatçının bakışı, tarihin hayalet(ler)iyle günümüzün gerçekleri arasındaki bir saklambaç oyununun tanığına dönüşür.
Horada, sahiplendiği değerlere benzer şekilde Doğu’yla Batı arasında duran bu kendine has yapının görüntülerine eşlik etmesi için ise Esra Üçcan’dan (soyadı tamamen bir tesadüf) bir müzik bestelemesini istemiş. Ve üçler kuralına uygun olarak videoya eşlik eden parçada her biri farklı bir anlamı sırtlayan üç enstruman, piyano, theremin ve timpani kullanılmış. Böylelikle piyano, Batı kültürünün ve Osmanlı Devleti’ndeki Batılılaşma hareketinin; theremin, çalınma tekniği ve ürettiği ses nedeniyle eşsizliğin (ve sıkça bir kadın olarak betimlenen özgürlüğün sesinin); timpani ise belki de tüm devrimlerin ardındaki askeri gücün sembolleri haline gelmiş. Böyle bir çifte bakışı barındıran serginin küratörü Nazlı Pektaş, okumayı zaman ve ritim üzerinden görselliğe taşıyan bu iki eseri, sergi mekânının büyük duvarına yansıtmayı tercih etmiş. Horada’nın ve Işık’ın videoları duvarda birbirinin ardından tekrar tekrar oynarken sergi izleyiciye özgürlük tanımını yeniden düşünebileceği verimli bir zemin sunuyor. Na/mütenahi Hürriyet bu coğrafyanın toplumsal geçmişindeki kırılma anlarını ve devamlılık noktalarını farklı katmanlarda yeniden okurken adeta bir fotoğraf makinesinin lensinden geçen görüntüyü saklayan karanlık odacığına dönüşen Meşrutiyet Caddesi üzerindeki galeride, hafızanın ve sorgulamanın diyalektiğini üretiyor.
0 Comments
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.