No:10



Değişimin farkındaydık.

Yerin altında usulca ilerleyen kıtalar gibi sessiz, derinden ve kararlı şekilde geliyordu, bunu iliklerimize kadar hissediyorduk ve son zamanlarda tedirginliklerimiz de bundandı. Beklenti bir biçimde gerçekliği getirdi: Çok kısa bir süre içinde önce küresel iklim krizini yaşadık şimdi ise tehditkar bir hastalık salgınınıyla karşı karşıyayız. Aslında hakikat-sonrasının “distopyaperver” düşünce yapısı, barındırdığı sayısız olasılığın karanlığında, bazı açılardan yeni bir tür küresel terör biçimi olarak bile kabul edilebilecek bu salgını defalarca öngörmüştü, hatta bu durum kimi komplo teorisyenlerine göre bir başka “kontrollü patlamaydı” ama kimse bu entelektüel enkazın altından umudun böylesine güçlü çıkacağını tahmin edemiyordu.

Birçoğumuz, evlerimize kapandığımızdan beri belirsizlik ve bunaltıyla baş etmenin yollarını arıyoruz. Fakat bir Crusoe yalnızlığındaki kişisel karantinalarımızın süresi uzadıkça çevirimiçi dünyada yeni iletişim şekilleri geliştirmeye, uzun bir süreden sonra belki de ilk kez birbirimizin sesini gerçekten duymaya, yazdıklarını gerçekten okumaya, varlığından gerçekten haberdar olmaya, diğerinden umudumuzu hala kesmediğimizi fark etmeye başladık. Her şeyden önemlisi bu yalıtılmışlık bize, yalnızca yaşayan bir varlık olduğumuzu değil, aynı zamanda insanlığımızı, zaaflarımızı, kırılganlıklarımızı, sevmeye ve sevilmeye olan ihtiyacımızı da hatırlatmayı başardı. Doğa, insanın varlığı denklemden çekildiğinde tıpkı Çernobil faciasının yaşandığı Pripyat’takine benzer şekilde kontrolü nasıl “yeniden” devralıyorsa, çağdaş dünyanın kalıpları sekteye uğradığında ve krizin keskin gerçekliği herkese aynı mesafede durduğunda da ilk yeşeren hep insanca şeyler oluyor. Bu benzerlik, doğa içinde kaçınılmaz bir doğa ve insan içinde kaçınılmaz bir insan olduğu kadar doğa içinde de kaçınılmaz bir insanın ve insan içinde de kaçınılmaz bir doğanın olduğunun en somut göstergelerinden biri.

Belli ki bu dünya biraz daha soğuyacak ve öğreneceğimiz daha çok şey var; üstelik belirsizliğe yenilip hayal kurmayı bırakmak için çok erken. Faulkner “Kıyıyı gözden kaybedecek kadar uzaklaşma cesaretiniz yoksa yeni ufuklara yüzemezsiniz” diyordu. Artık zaman cesaretimizi yeniden toplayıp Elealı Zenon’un ünlü paradoksundaki Aşil gibi nafile koşmak yerine kaplumbağanın bilgeliğini arama zamanıdır. Yaşama dair keşfedilmeyi bekleyen ne varsa heyecanı da içinde taşır, çünkü gizem umudun kendisidir ve ancak o çözüldükçe umut kendi potansiyelini gerçekleştirmeyi başaracaktır. Kendi doğamızı hatırlarken doğadan yalıtıldığımız bu tuhaf zamanlarda ortak bir bilinci paylaşmak ve gri bulutları başımızdan uzaklaştırmak adına bu mektupları yazan tüm arkadaşlarım gibi ben de size birkaç öneride bulunmak istiyorum. Bunun için iki şey seçtim: Biri Arthur C. Clarke’ın Cennetin Çeşmeleri kitabı ve müthiş bir Tuareg grubu Tinariwen’in Toumast Tincha şarkısı.

Kapılarımızı yeniden açtığımızda yeşeren güzel bir dünyaya adım atmak dileğiyle,

*Bu yazı Art Unlimited'ın pandemi döneminde çeşitli sanat yazarlarının yazdığı mektupları yayınladığı dayanışma serisinin 10. mektubu olarak yayınlanmıştır. İllüstrasyon: Caner Yılmaz.

0 Comments

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.