Tülin Onat'ın Sesinden


Tülin Onat'la yıllar önce Arnavutluk'a gitmek için Atatürk Havalimanı'nda tanıştık. Onun Tiran'da bulunan Arnavutluk Milli Sanat Galerisi'nde açılacak sergisi için birlikte çalışacaktık. O elbette beni tanımıyordu ama ben onun yaptığı işleri çok iyi biliyordum. Biniş kartlarımızı almak için kontuarın önünde beklerken kızı Ekin'le birlikte yanımıza geldiğinde, çok heyecanlı ve neşeliydi. Adımı söyledim, merhabaştık. Buraya kadar her şey normal gözükse de ancak birkaç saat sonra, Arnavutluk'a ulaşıp, kendimi otel odasına attığımda rahatlayabilmiştim. Yanımda götürdüğüm kitabın yol boyunca aynı sayfasını defalarca okumak zorunda kalmamın nedeni, onun gibi yaptığı işe tutkuyla yıllarını vermiş bir sanatçının ve akademisyenin yanında olur da bilmeden bir patavatsızlık ederim diye tedirginliğimdi.Neyse ki korktuğum başıma gelmedi ve birkaç gün sonra şehrin en önemli sanat mekanlarından birinin büyük galerisindeki sergi tüm aksiliklere rağmen bir basın toplantısıyla açıldı.

Tülin Onat'ın aklı, Tiran'a indiğimiz ilk andan açılışa kadar daima sergideydi. Kimi zaman otelin kahvaltı salonunda, elindeki defterine bir şeyler yazıyor, kimi zaman da eserleri nasıl yerleştirebileceği üzerine yeni fikirler geliştiriyordu. Bu durum, öğle ve akşam yemekleri, hatta kahve molaları için bile geçerliydi. Sergi mekânına girdiğinde ise her defasında içeriyi baştan başa gezer ve o günkü hisleriyle, mekânla yeniden yüzleşir, çoğu zaman bir veya birkaç eserin yerini ya da konumunu değiştirmeye karar verirdi. Yeni düzenlemenin ardından galerinin merkezi bir noktasına çekilir, bu devasa boşluğu nasıl doldurduğunu, aklındaki anlamı ne kadar aktardığını değerlendirirdi.

İlk çekingenliğimi üzerimden atmamın ardından tüm bu yazma, çizme, fikir üretme, düzenleme, yeniden düzenleme ve değerlendirme anlarında yakınında olmaya çalıştım. Önce, bir öğrenci merakı ve tedirginliğiyle (çünkü onun jenerasyonundaki Akademililerin biraz zor olduğuna dair şehir efsanesini bilmeyen yoktu) birkaç soru sordum. Tüm dedikoduları ve çizilen o korkutucu profili yerle bir edercesine, her soruma içten ve açıklayıcı cevaplar verdi. Bundan güç alarak o cevapladıkça ben sordum, ben sordukça o cevaplamaya devam etti: Yemekte, kahve molasında, yolda yürürken, hatta taksi yolculuklarında. Üstelik sadece sanat üzerine de konuşmuyorduk. Sohbetlerimize en filtresiz, içten ve yalın haliyle anıları da dahil olurken, o da bana sorular sormaya başlamıştı. Dönüş yolculuğunun gidişe göre daha rahat olacağını sanıyordum ama bu lez de başka bir iey takılmıştı aklıma. Onunla çok şey konuşmuştuk ama zihinlerimiz dışındaki her şey uçup gitmişti ve belki de o serginin en önemli parçalarının oluşmasını sağlayan anılar ne bir yazıyla ne de başka bir biçimde kaydedilememişti. Peki öyleyse ne yapmak gerekti?

Bu nedenle zaman kaybetmeden, İstanbul'a döndükten kısa bir süre sonra ilk kez atölyesine gittim. Kırk yıla yakın bir süredir zamanının büyük bölümünü geçirdiği yeri görebilmek, tuvallerini boyadığı odayı, günün her saatinde güneş aldığını sonradan fark ettiğim salonu, üzeri boyalar, defterler ve kitaplarla dolu masasını, güzel havalarda kahve içmek için çıktığı balkonu ve penceresinin önündeki yemyeşil bahçeyi, onunla birlikte gezmek, başka bir şekilde yaşanması mümkün olmayan bir deneyimdi. Zamanla daha çok şey konuşmaya başladık. Ben bir yandan onun hem yaşamına hem de sanatına dair yenş şeyler öğrenirken diğer yandan üzerinde çalıştığı yeni eserleri (çünkü mutlaka üzerinde çalıştığı bir fikir vardır) ve süreci izleme fırsatı buluyordum. Fakat kayıt ve arşiv sorununa henüz tam bir çözüm bulamamıştım. Bu durum bir gün beni heyecanla arayıp aklındaki düşünceyi paylaşınca çözülmeye başlayacaktı.

Onat'ın 2017 yılında Taksim Piramid Sanat'ta açtığı OYUN BİTTİ! Bir Gezi Tanıklığı, Türkiye tarihinin en önemli toplumsal kırılma noktalarından biri olan Gezi Parkı Direnişi'ne dair bir hafıza sergisiydi. Olayların dördüncü yılında, ikimizin de o dönem tanışmadığımız için birbirimizden habersiz şekilde içinde bulunduğumuz direnişe dair eserlerden oluşan bu sergi, aynı zamanda birlikte sanatçı ve küratör olarak çalıştığımız ilk sergi oldu. Sergide yalnızca Onat'ın tuvalleri değil aynı zamanda o dönemde kullandığı kimi eşyalar, Gezi Parkı Direnişi'ne dair video ve ses kayıtları, canlı yayın görüntüleri ile bazı yazılar da bulunmaktaydı. Sonrasında, sergi kataloğundaki yazı haricinde onunla bazı söyleşiler ve videoya kaydedilen bir röportaj yaptık. Ancak bunların hiçbiri, Arnavutluk sonrası aklıma yerleşmiş sorunun cevabını tam olarak veremiyordu. Tamamı Tülin Onat'a dair önemli belgeler olsa da ileride bir başka adımın olduğuna, daha fazlasının yapılabileceğine inanıyordum.

Aradan geçen zaman boyunca atölye ziyaretleri hep devam etti ve ikimiz de ifadenin yeni biçimlerini aramaya devam ettik. Zaman zaman geriye bakıp düşünüyor ve o sorunun cevabını vermeye çalışıyordum. Onat'ın tüm bu zaman boyunca anlattığı şeyleri hatırlamaya çalıştığımda, aklımda canlanan hep sesi oluyordu. Heyecanı da, hüznü de, hayal kırıklıkları ya da sevinçleri de, ne hissediyorsa sesine yansıyordu. Bir soruya cevap verirken bir anlık duraksaması veya mutlulukla daha hızlı ve ince perdeden konuşması, hiçbir yazıyla anlatılabilecek şeyler değildi. Üstelik bir de atölyesinin olduğu binanın kentsel dönüşüm sürecinde yıkılacağını öğrenince, sonunda uzun süredir aklımı meşgul eden sorunun yanıtı da ortaya çıktı.

"Boşluğu Doldurmak: 51 Yılın Serüveni", bu kitaptaki yazılar ve görsel belgelerle birlikte, odağına Tülin Onat'ı, onun sanat hayatını alan, ancak bunu yazılardan farklı olarak sesle yapan bir konuşma dizisidir. Şu ana kadar kaydedilen tüm bölümleri Onat'ın atölyesinde kaydettiğimiz seri, sanatçının yıllar içinde oluşturduğu birikimini onun ağzından dinleyicilere aktarırken, bu kitabın basıldığı tarihlerde yıkılmak üzere olan veya çoktan yıkılmış o atölyenin, belki de bir daha asla duyulamayacak seslerini kayıt altına alıyor.

"Boşluğu Doldurmak: 51 Yılın Serüveni" başlıklı podcast'i dinlemek için buraya tıklayın.

0 Comments

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.