Polimorf Yeldeğirmenlerinin Ötesinde

Türkiye’de resmin gelişmekte olduğu ikinci kuşağın en önemli soyut eğilimli ressamlarından Özdemir Altan, 50’lerin ikinci yarısında başladığı Krallar ve Kraliçeler döneminden, 2004’te başlayan Yeni dönemine uzanan süreçte, farklı üsluplarla oluşturduğu eserlerini Bozlu Art Project Nişantaşı’da sergiliyor. Krallar ve Kraliçeler’den Don Kişot’lara adını taşıyan sergi, fikirlerin, renklerin ve düşlerin iç içe geçtiği bir dünyayı izleyicilere sunuyor.

Soyağacı, 1991, tuval üzerine yağlı boya, 130x162cm

Altan, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde eğitimini resim bölümünde okuduğu yıllarda Zeki Faik İzer’in atölyesine katılmış; resim tarzında İzer’in etkilerini görmek Altan’ın her dönemindeki tablolarında mümkün; bir röportajında onu anlatırken: “Gelmiş geçmiş en iyi Türk sanatçısıydı, ama onu döneminde kimse anlayamadı, ben dâhil.” diyor. Zeki Faik İzer, kendi üslubunda kullandığı renkler ve ürettiği desenlerle özellikle pop art’la ortak bir özelliği paylaşıyor. Özdemir Altan ise İzer’den aldığı bu temeli, 60’lı yılların ilk yarısında, o dönemin sanat merkezi olma özelliğini taşıyan Paris’te edindiği deneyimle, izlenimle ve ilhamla geliştirmiş. Sanatçı böylelikle Türkiye’de avangard, modern ve post-modern düşüncenin ve sanatın ilk temsilcilerinden olmuş, soyut görüşü, post-modern ve popla yorumlamıştır.

Soyağacı, 1973, tuval üzerine yağlı boya, 163x129cm

50’lerin ikinci yarısında başlayan Romantik dönemini Krallar ve Kraliçeler, Tepegöz ve Sinek Kralının Oğlu, 70’lerde 12 Mart ve Sonrası, Gerçekçi, 80’lerde Kolaj ve Üç Boyutlular, Çok Kişiyle Pano Çalışmaları, 90’larda Soyağaçları ve 2000 sonrasında Yeni dönemi izledi. Sanatçının bu ana dönemlerinin dışında ara dönemleri de olmuş ancak üslubunun değişimi bu dönemlerde daha belirgin halde. Dönemlerin fazlalığı elbette Özdemir Altan’ın yalnız söyleyecek sözünün çokluğundan değil aynı zamanda yaşamının farklı dönemlerinin farklı bakış açıları ve farklı odak noktalarıyla sanata yansıması niteliğinde.

Don Kişot'un Soyağacı, 2012, tuval üzeri akrilik ve yağlı boya, 180x180cm

Nişantaşı’daki Bozlu Art Project sergi alanı Altan’ın çoğunluğu büyük boyutlu eserlerini barındırıyor. Durum bu olunca sergideki boş veya algılama sınırlarını çizen alanın da önemi artmış durumda. Alanın kullanımı yani espas, sergilemede olduğu gibi resmin kendisinde de önemli bir faktör; Altan’ın da tüm dönemlerinde, farklı üsluplarda ve farklı odak noktalarında bir temel olarak kabul ettiği etmenlerden biri. Sergi alanına eserlerin tıka basa doluşturulması yerine, daha ferah ve okumayı kolaylaştırıcı şekilde yerleştirilmesi, küratör Özlem İnay Erten’in, Özdemir Altan’ı ve sanatsal durunuşu özümsediğinin bir göstergesi olarak izleyicinin karşısına çıkıyor.

Kral ve Kraliçe, 1965, karton üzeri yağlı boya, 39x37cm

Eserler tek tek incelendiğinde veya topluca ele alındığında oluşan anlam bütünlüğünün çekirdeği tutarlılık, konsantrasyon ve ciddiyet. Öyle ki Soyağacı döneminde yaptığı bir eserin detaylarında, Krallar ve Kraliçeler döneminden bir detaya rastlamak mümkün; veya yine aynı şekilde Gerçekçi döneminin renk paleti, bilinçli biçimde özellikle Kolajlar ve Üç Boyutlular döneminde belki bir ton açık belki bir ton daha koyu olarak kullanılmış. Bu sene 10. su düzenlenen ve açılışı bir süre önce yapılan Contemporary İstanbul’da üslubunun biraz dışına çıkan Alfabe serisinin yaratıcısı ve Altan’ın çağdaşı Adnan Çoker sanatının çekirdeğini: “Ben iyi sanatçı göremiyorum… Ciddiyet yok. Bakın burada (eserlerini işaret ederek) ciddiyet var.” şeklinde tanımlıyor. İyi sanatçının varlığı tartışılabilir belki ama Krallar ve Kraliçeler’den Don Kişot’lara sergisinde Altan’ın ciddiyeti daha sergi alanına girer girmez tartışma götürmeyecek şekilde hissediliyor.

Soyağacı, 2014, tuval üzeri akrilik, 180x180cm

Sergide benim dikkatimi en çok çeken ise Don Kişot’un Soy Ağacı serisindeki eserler oldu. Bu dönem sanatçının diğer dönemlerinden farklı olarak uzun bir araştırma dönemiyle oluşturmadığı bir seri. Daha önceki röportajlarında da sıkça belirttiği üzere onun sanatı bir tür akışla kendiliğinden oluşan şeylerin toplamı gibi. Altan, Romantik dönemindeki (ve sonraki dönemlerinde) eser yaratım sürecini: “…böyle başladı; ben zaten nereden geldiğini niye öyle olduğunu sonraki yaptıklarımda da pek bilmem. Öyle bir şeyler oluyor, geliyor. Anlamıyorum ben nasıl olduğunu. Öbür dönemlerim de öyle.” sözleriyle anlatıyor. Soy Ağacı döneminin de Don Kişot’la karşılaşması benzer bir durumun ürünü. Bu söz bir anda aklına gelmiş ve bir slogan gibi onu etkilemiş. Günümüze yaklaşıldığında eserlerde tıpkı bilimin yönteminde ve temelindeki gibi birikimli bir ilerleme yakalanabiliyor. Sanatın simgeci, yapısalcı, gerçekçi ve romantik, toplamda 4 ana başlıkta toplanabileceğini ifade eden Altan, son dönem serisinde bu dört başlığın unsurlarını bir araya getirmiş. Sergi bu özelliğiyle sanatçının salt bir retrospektifi olmaktan çıkarak sanatsal etimolojiyi de beraberinde getirerek müzeolojik açıdan da değerlendirilebilir hale geliyor. Diğer yandan, yaklaşık 65 yıllık bir geçmişin izlerini sürerken eserleri tekil olarak irdeleme ve içlerinde anlam arama çabası, izleyiciyi detaylara odaklatıyor. Ancak izleyicinin gördüklerinden ne anladığı ise yine izleyicinin kendisine bırakılmış durumda; Altan ise eserlerindeki anlam sorulduğunda: “sanata zorla anlam yüklenemez, onun kendi anlamını kendisinin bulmasına izin verilmelidir.” şeklinde cevap veriyor.

22 Ekim’de başlayan Krallar ve Kraliçeler’den Don Kişot’lara sergisi Nişantaşı Bozlu Art Project’te 5 Kasım'a kadar gezilebilir.

0 Comments

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.