Kaplumbağayı Yakalamak

Matematikte limit, çoğumuzun yalnızca lisede gördüğü ve pek azımızın gerçekten hatırladığı bir konu olmakla birlikte, şaşırtıcı şekilde zamanın yaşam üzerindeki etkisinin düşünsel düzlemini açıklamak adına kullanılabilecek en isabetli kavramlardan biridir. Temelleri Arşimet ve Öklid tarafından ortaya atılan, sonrasında Leibniz ve Newton tarafından geliştirilen kavram, basitçe, limit bir değere giderken oluşacak sonuçların bütünü olarak düşünülebilir. Söz konusu sonuçların o değere asla tam olarak ulaşılamayacağı hesaba katıldığında, sonsuz sayıda olacaktır. Diğer bir deyişle limit, bir anlamda sonsuzun hesaplanma çabasıdır aslında.

İsa’dan önce yaşamış Yunan düşünürü Zeno’nun Aşil ve Kaplumbağa Paradoksu, bu kavramın felsefi açıdan daha basit ve yalın bir açıklamasını, hikayeleştirme yolu ile ifade edilmiş halidir. Paradoksa göre, Aşil ile kaplumbağa birbirlerinden uzakta durmaktadırlar ve Aşil kaplumbağanın olduğu yere geldiğinde kaplumbağa, aynı zaman içinde ilk konumundan hep biraz daha ileride olacaktır. Dolayısıyla aralarındaki mesafe her harekette azalır ancak yok olmaz. Böylelikle Aşil, kaplumbağayı yakalamanın limitine ulaşsa da onu asla yakalayamaz. Kaplumbağa Aşil’e göre çok yavaş olduğu halde paradoksal şekilde ondan hep bir adım önde olur. Bir türlü yakalanamayan bu adım aynı zamanda, bilinen tüm insanlık tarihinde hayal gücünün de başladığı yerdir.

Daire Galeri, 23 Mayıs’ta açılan Son Sürüm sergisinde zamanı ve sanatı bu tip paradoksal bir çerçeveden sorgulamakta. Yeni medyayı sıklıkla kullanan dört sanatçı, Selçuk Artut, Hayal İncedoğan, Ozan Türkkan ve Cemre Yeşil’in işlerinin buluştuğu sergi, bugünü ve bugünün dün ve gelecekle olan bağlantısını da işin içine katarak, teknoloji çerçevesinde inceliyor. 

Son Sürüm’ün felsefi temelinde, Heidegger’in teknolojiye bakışı kilit bir rol oynuyor; onun görüşüne göre teknoloji ‘amaca ulaşmak için gerekli bir araçtır.’ Buna göre teknoloji, araç olma işleviyle, gidilen yolda atılan sonsuz adımın tamamının tanımı haline geliyor. İdeal olan, onun bizi amaca götürmesiyse de, ulaşılan her noktada, zaman, tıpkı kaplumbağa gibi sürekli hareket halindedir. Bu durumun sonucunda, o, hep bir adım ileri giderek, insanı hayal etmeye ve dolayısıyla işaret parmağını yeniden uzatarak, önündeki uçsuz bucaksız toprakların ilerisinde uzanan ufku göstermeye itiyor. Teknolojik ilerleme süreci, dolayısıyla, toplumu şekillendirirken bireye de etkiyor ve bu etkinin tepkisi de yeniden toplumsal düzleme yansıyor. Ortaya çıkan döngüsel durumun, birey ve toplum arasındaki karşılıklı yansımalarla etkileşimi de, tek bir olaydan hareket edildiğinde, giderek azalıyor ve yavaşlıyor. Aşil’in kaplumbağayı yakalamanın limitine gelmesi ama yakalayamaması da işte bu durumun sonucu niteliğinde. 

Zamanın, değişimin, kaçınılmaz ve karşı konulmaz döngüselliğin Son Sürüm’de hayat bulduğu eserlerden biri, Cemre Yeşil’in on parçadan oluşan serisi Kız ve Köpek. Eser, adından da anlaşılacağı üzere bir kızın ve çoğunlukla kucağındaki köpeğin ‘ideaları’ üzerine çeşitlenen düşüncelerin bir illüstrasyonu. İlk çerçevede ideayı ve ikincisinde gerçekliği en yalın haliyle göz önüne seren eser, yaşanmış, yaşanmakta ve yaşanabilecek olanların, bu iki kavram üzerindeki etkisini sorgulamakta. Öyle ki, seri ilerledikçe gerçeğin ve düşünsel olanın çeşitlemeleri, o ana hapsolarak, zaman tarafından çerçevelenmiş hale geliyorlar. Bu durum, serginin temel problematiği ekseninde incelendiğinde herşey daha da belirginleşiyor: Tüm çerçeveler kendi içinde, bir öncekilerin genetik mirasını taşıma sorumluğunu yüklenerek bir son sürüm olma özelliğini taşırken, gelecek fikrine de her daim gebe. Hep bir sonrakinin varlığı, diğer çerçeveye geçiş aşamasında, izleyiciye aynı anda hem o ana dair olanı, hem geçmişin izini hem de geleceğin olasılığını aynı iki boyutlu evren üzerinden tanımlamakta.

Cemre Yeşil - Kız ve Köpek (7)

Bir diğer önemli parçası ise Selçuk Artut’un tekniği açısından dinamik bir yapıda yaratılan iki eserinden biri olan Analog Piksel. Çelik levha, elektronik kontrol, ve titreşim motorları kullanılarak oluşturulan, 2015 yılına ait eserde, levha üzerindeki motorlar, hareket halinde, bir ritmi oluşturuyorlar. Her birinin ayrı bir titreşim frekansı olmasından dolayı, eserin tamamına yayılmış harmoni, Son Sürüm’ün zamansallık faktörünü oldukça iyi yansıtmakta. Mikro evrenlerin, kendi içlerindeki dinamikleri, herbir motorun, herbir titreşiminde yeni bir evren haritası ortaya çıkarıyor, böylelikle her an kendi içinde yeni bir son sürüm, her an yeni bir son adım niteliği taşıyor. Eserin metal plaka üzerindeki metal parçalardan oluşuyor olması da çağdaş sanatın dinamiklerini göz önüne sermekte. Malzemesel açıdan da içinde bulunulan ve dolayısıyla şuana dek atılmış son adımı yansıtan eser, eski-yeni tanımını döngüsel bir çerçevede irdelerken, zamanın doğrusal ilerleyişini de bir bütünlük içinde izleyiciye sunuyor.

Selçuk Artut - Analog Pikseller (seri 5)

Yeni medyanın kullanıldığı, dikkati çeken bir diğer eser ise Fraktal Küre adını taşıyor. Fraktal; tanım olarak matematikte, çoğunlukla kendine benzeme özelliği gösteren karmaşık ve sonsuza giden geometrik şekillerin ortak adıdır. Ozan Türkkan’ın bu interaktif yerleştirmesinde, tıpkı bir ağaç gövdesine benzeyen siyah bir bloğa yerleştirilmiş ve spektrumun tüm renklerini de içinde barındıran birçok plazma küresi bir arada kullanılmış ve eser bu haliyle adını aldığı fraktal mantığını çok iyi yansıtır durumda. Eserin temel aldığı sonsuzluk teması ve plazma kürelerinin insan teniyle teması halinde, elektriksel yükünü o alana odaklaması sonucunda Fraktal Küre, iç içe geçen zamanı ve bu zaman içindeki insan faktörünü izleyiciye deneyimletiyor. İdeaya dair olana ulaşma çabasında gelinen noktayı, kullandığı malzemeyle vurgulayan, teknik ilerlemeyi, yaratımdaki teknoloji etkisini ve tüm bunlara tıpkı Adem’in Yaratılışı’ndaki gibi ona dokunan insanı dramatik şekilde sanatın parçası haline getiren Fraktal Küre, tıpkı Artut’un kinetik eseri Analog Piksel’deki durağanlığın ötesine geçerek, izleyiciye devinim halinde, dijital olarak ‘yaşayan’ bir dünyanın kapılarını aralıyor.

Ozan Türkkan - Fraktal Küreler

Yirminci yüzyılın başlarındaki önemli teknolojik ve bilimsel sıçramaların benzerlerinin günümüzde pek az görünmesinin temel nedenlerinden biri, ilerleyişin ideal olanın limitine yaklaşıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Sanatsal gelişimin de benzer bir ivme içinde olduğu düşünülebilir aslında. Günümüzde, içinde yaşamakta olduğumuz mikro ve makro düzeydeki sosyal çevrelerde, sanat çeşitliliği geçmişe göre artmış olsa da, ilerleme hızı göreceli olarak yavaşlamış durumdadır. Bu, zamansal düzlemde doğal olduğu kadar, ideale yaklaşmak adına sevindirici bir işaret olarak da kabul edilebilir. Peki hayal gücü daha mı az rol alacaktır artık eskisine göre? Hayır; tam aksine artık hayal gücü daha büyük bir çabayla, ‘keşfedilmemiş ve keşfedilmek için çırpınıp duranı’ bulmak için uğraşacak, böylece sanat, tıpkı teknoloji gibi, üstelik daha soyut bir platformda, varlığını sürdürmeye, kendini geliştirmeye ve kaplumbağayı yakalamaya çalışmaya devam edecektir.

Son Sürüm, Galeri Daire’de 4 Temmuz’a kadar Salı’dan Cumartesi’ye 11:00 - 19:00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.

0 Comments

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.